Makedonya'dan Ortaasya'ya. Enver Paşa. I. cilt: 1860-1908

Şevket Süreyya Aydemir

 

İKİNCİ KISIM

 

Burası Makedonya!

 

Makedonya, tarihinin ilk gönlerinden

beri, kaynayan kazandır. Bir ülke için

Makedonyaiaşmak denilince, anlarız ki

orada insanlar bir barut fıçısı üstünde

yaşarlar.

 

Osmanlı Makedonyası, böyle bir yerdi.

Ve orada çeşitli kandan, çeşitli dilden

halklar, işte bu barut fıçısı üzerinde

yaşıyorlardı.

 

 

XIII

 

 

KISA VE TARİHÎ BİR BAKIŞ!

 

Enver Paşanın bir gün, bir yıldız gibi parladığı Makedonya’nın, İlkçağla başlayan karışık tarihine inmeyeceğiz. Yalnız, Makedonya’nın İlkçağdan günümüze kadar tarihî kaderine damgasını vuran bir gerçeği ifade edeceğiz. O da, Makedonya’nın tarihin her devrinde, soyları, kanları, dilleri ve dilekleri birbirinden ayrı, karışık bir halklar topluluğuna vatan olduğudur. Yani Makedonya, hiç bir zaman; tarih, ırk, dil ve dilek birliği olan ve aynı kaynaktan gelen, mütecanis bir topluma vatan olmadı. Makedonya’da daima; ayrı ayrı soy ve kanlardan insanlar, hep bir arada yaşamak, daha doğrusu bir arada boğuşmak zorunda kaldılar. Bu tarihî kader, bizim burada konumuz olacak olan son Osmanlı idaresi ve hükümranlığı devresinde de aynen böyle olmuştur.

 

Makedonya’nın, coğrafî adını, İlkçağın ilk devrelerinde buralarda yaşayan Maked, yahut Maketlerden aldığı anlaşılmaktadır. Bu bölgede Maket’ler ve daha Doğuda Traklar, bugünkü Makedonya ile Trakyalara adlarını vermiş oldular. Ancak Traklar bir aralık, Doğu ve Batı Trakya’larla, Tuna güneyinde Balkanlar’ı, bir kısım Makedonya topraklarını, hatta daha yukarda Tuna-Sava alanlarına kadar olan yerleri işgal ettikleri halde, Maked’ler, zaman içinde ve kendi çevrelerinde eridiler.

 

Ama gene de ve bilindiği gibi Makedonya, bir gün bir cihangir yetiştirdi. Tarihin en büyük savaş ve istilâ kahramanını verdi. Bu, Büyük İskender’dir. İskender denebilir ki, Makedonya’da kurulan ilk ve son krallığın varisi oldu. Babası Filip, İsa’dan önce 359 yılında; Makedonya’da bu krallığın tahtına geçtiği zaman, ancak 22 yaşındaydı. -

 

 

410

 

O zaman Makedonya, avcılığın, çobanlığın ön planda geldiği ve soyluların rahat ve sefahat içinde yaşadıkları, fakat yeşil ormanlara, zengin vadi ve ovalara sahip bir ülkeydi. îrili ufaklı prensliklerin sayısı da çoktu. Fakat genç Filip, bütün bunların üstünde, devrin muntazam, disiplinli ve iç teşkilâtı ile savaş usulleri hep kendisi tarafından düzenlenen bir ordu meydana getirdi. İlk hedef, Yunanistan’dı. Ve Yunanistan’la harpler uzadı gitti. İşte İskender, bu Filip’in oğluydu. Yunanistan’dan sonra hedef, Asya’da en güçlü devlet olan ve Ege’ye kadar yayılan İran olacaktı. Fakat Filip, bu harbin hazırlıkları içinde Makedonya’da ve büyük bir tören sırasında, bir Makedonyalı soylu tarafından öldürüldü. Öldüğü zaman 47 yaşındaydı. Oğlu İskender, henüz 20 yaşında olduğu halde Filip’in yerini aldı. Hem mükemmel bir sporcu ve asker, hem de devrin en büyük bilginlerinden, meselâ Aristo’dan ders almış bir gençti. İşte Makedonya’nın namını Akdeniz’den Hindistan’a, Afganistan’a kadar götüren, Küçük Asya’yı, Mısır'ı, Babil’i, İran’ı fetheden Büyük İskender, bu Makedonyalı gençtir. Ama onun da saltanatı kısa sürdü. Ve İskender henüz 33 yaşındayken BaBil’de hastalıktan öldü. İskender’den sonra imparatorluğun parçalarından, nice krallıklar meydana geldi. Her biri ayrı ve büyük devlet şeklinde, Romalıların hâkimiyetine kadar devam etti. Bu arada generallerden Antigon, Makedonya’da hâkimiyetini kurdu. Fakat sonra ve İsa’dan önce 146’dan, İsa’dan sonra IV. yüzyıla kadar Makedonya, Romalıların idaresinde kaldı. Roma parçalanınca; Doğu Roma, Mısır’dan Tuna’ya ve Doğu Anadolu’dan Adriyatik’e kadar 1000 yıl idaresini sürdürdü. Osmanlılar Makedonya’yı, 1352’de Doğu Roma imparatorluğundan aldılar. Burada macerasına göz atılacak olan Makedonya, işte bu Osmanlı imparatorluğunun son devresinde ve II. Abdülhamit saltanatı zamanındaki Makedonya’dır. Kitabımızın aslî konusu olan Enver Bey, bu Makedonya topraklarında bir hürriyet kahramanı olarak parladı. Onun asıl hayat hikâyesine biz işte bu Makedonya’da başlayıp, nice dalgalı oluşlar ve gelişmelerden sonra Orta Asya’da sona erdiği içindir ki «Makedonya'dan Orta Asya’ya» başlığını seçtik.

 

 

411

 

Evet, Hürriyet Kahramanı Enver Beyin, daha doğrusu Enver Paşanın asıl hikâyesi, Makedonya’da doğan bir Yıldız’m, Orta Asya’da sönüşüne kadar sürer. Ama şimdi biz, gene Makedonya konusuna dönelim...

 

* * *

 

MAKEDONYA VE MAKEDONYALILAR:

 

Eski Makedonyalılar kendilerini, eski Yunanlılardan sayıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki, eski Makedonya’da, ilkeli ve yerli boylardan başka belki de, Yunanlılarla aynı koldan, yani Plazskalardan inme, dilleri Yunanca, yahut da Yunanlılaşmış, hâkim bir kütle de vardı. Bu ciltte bizim ele alacağımız tarih safhasında, yani 1878-1908 arasında Makedonya’da yaşayan halkların çoğunluğu ise, eski Makedonya’da yoktu. Bunlar bu bölgeye, sonradan geldiler. Meselâ Sırplar, meselâ Bulgarlar, Ulahlar ve Türkler! Makedonya’nın daha kuzey bölgelerinde yaşayan Arnavutların ise, Yunanlılarla etnolojik yakınlıkları bakımından, eskiden de aynı topraklarda yaşadıklarını kabul etmek mümkündür.

 

Ama bilhassa «Kavimlerin Muhacereti» dediğimiz genel göçler asrında, aralarında Gotlar gibi Cermen asıllı istilâ dalgalarıyle Islavlar ve Turanî kavimler olan Hunlardan, Bulgarlara, Avarlara, Kumanlara kadar halklar, bu bölgelerden gelip geçtiler. Osmanlı istilâsından daha önce ve Bizanslılar devrinde Balkanlara şimalden inen, mesel: Peçenekler gibi saf Türkleri de saymakla beraber, asıl Osmanlı istilâsından sonra Türk aşiretleri, Anadolu’dan kafile kafile Balkanlar’a yayıldılar (1). Ve bu arada Makedonya’ya da yerleştiler. İşte bu suretledir ki Makedonya’nın, bizim ele alacağımız devrindeki halklar manzumesi meydana gelmiş oldu.

 

Bu halklardan örülen Makedonyalılar örgütünün son durumunu vermeden önce, Makedonya denilen coğrafî bölge üzerinde de birkaç cümle ile durmalıyız.

 

Eski Makedonya krallığı zamanında Makedonya, şimdiki kadar geniş bir saha almıyordu.

 

 

(1) M. Tayyip Gökbilen: Rumeli'de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan. 1957. İstanbul.

 

 

412

 

Öyle anlaşılıyor ki, eski Makedonya, doğuda ve bölgeyi Trakya’dan ayıran Mesta-Karasu (Nostos) nehri ile, kuzeyde Rodop, Despot, Şar dağları, Doyran, Ohri gölleri hattı ve güneyde Ege Denizi ile çevriliydi. Şimdiki Stromca (Strimon) nehri, Makedonya’nın ortasından akardı. Ve devlet merkezi Pella, bu nehir sahasına düşüyordu.

 

Son Osmanlılar devrinde ise Makedonya denilince, Rumeli’deki üç Osmanlı vilâyeti anlaşılırdı: Selânik vilâyeti, Manastır vilâyeti ve Kosova vilâyeti... Bu vilâyetlerin son Osmanlı devrinde, yüzölçümleri değilse de, demografik ve etnografik durumları, yani nüfuslarıyîe, bu nüfusu terkip eden halklar hakkmdaki rakamlar biraz çelişmelidir. Bir de, Makedonya’da nüfuslar verilirken, Türk ve Arnavutları, din iştirakleri dolayısıyle tek kalemde göstermek alışkanlığı, halklar tablosunun ayırımında güçlükler yaratmaktadır. Bu noktayı belirttikten sonra şimdi, son Osmanlı Makedonyası vilâyetlerinin, önce yüzölçümleriyle nüfus tahminlerini verelim (1) :

 

 

[[ Son Osmanlı Makedonyası (1905)

Vilâyetler, Yüzölçümü, Nüfus, Yoğunluk

Selânik vilâyeti, Manastır, Kosova ]]

 

 

Bu nüfus yekûnlarını, sadece bir fikir verici olarak almak doğru olur. Gerçi Makedonya vilâyetlerinde ve 1908’den önce, yabancı devletlerin de ilgileri altında nüfus derlemeleri yapılmıştır. Ama bunların, bugünkü anlamda tam bir nüfus savımı teşkil etmediğini kabul etmeliyiz.

 

Şimdi bir de bu vilâyetlerde ve halklar arasındaki nüfus ayrılışını vermeye çalışalım. Bu konuda da bilgiler çeşitli ve çelişmelidir. Biz burada bunlardan, Umumî Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa tarafından yaptırılan sayımın, çeşitli eserlerden rakamlarını alıyoruz.

 

 

(1) Kitaphane-i İslâm ve Askeri Yayım: Devlet-i Osmaniye'nin Ahvâl-i Coğrafiye ve İsîaîistikiyesi. 1323 (1907).

 

 

413

 

1908 İhtilâli ile beraber Hürriyet Kahramanı olarak sivrilen Kolağası (Önyüzbaşı) Niyazi Beyin Hatıratında (1) da verilen rakamlar bunlardır. Çünkü, hem bu sayım resmî mahiyetlidir; hem bu Hatıra kitabı, Makedonya hareketine karışan bir önderin eseridir. Ve eserin doğruluğu, İttihat ve Terakkinin Manastır Merkez Heyetince tasdik edildiği için, ayrıca bir önem taşımaktadır:

 

 

[[ Makedonya Vilâyetlerinde Nüfusun Dağılışı

Halklar, Selanik Vilâyeti, Manastır Vilâyeti, Kosova Vilâyeti

Islâm, Rum, Bulgar, Ulah ve Sırp ]]

 

 

Bu tabloda Türk ve Arnavut nüfusunun ayrı ayrı verilmemesi ve diğer halklar, milliyetlerine göre ayrıldıkları halde, İslamların dinî bir tasnife tabi tutuluşu, bittabiî bir eksikliktir. Niyazi Bey Hatıratında, bu istatistiklerin iki defa yapılan tahrir neticesinde meydana geldiğine işaret eder. Tabloda ayrım gösterilmeyen Ulah nüfusunun, bütün Makedonya'da 100 bin kadar olduğu bilinir. İslâm nüfusunda da Türk ve Arnavutların, yarı yarıya bir yekûn arzettikleri kabul edilebilir.

 

Gene Rumeli vilâyetlerinden olan, doğuda Edirne, batıda Işkodra ve Yanya vilâyetleri Makedonya sahasında alınmamışlardır. Çünkü Edirne, Trakya'ya düşer. Yanya ve özellikee Işkodra’yı, Arnavutluk, Yanya vilâyetini ise, Rum ve Arnavut karışımı olarak almak, fakat Makedonya dışında mütalaa etmek yerindedir. Şimdi, Makedonya üzerinde bu genel özetlemeden sonra Makedonya meselesine girebiliriz...

 

* * *

 

 

(1) Hatırat-ı Niyazi. 1910. İstanbul.

 

 

414

 

MAKEDONYA MESELESİ NE VAKİT BAŞLAR?

 

Makedonya meselesi aslında, bir millî akımlar savaşıdır. Bunun için onun köklerini, Avrupa’da milliyetçilik cereyanlarının gelişmesi devrine ve hele Panislavizm cereyanlarına bağlamak mümkündür. Çünkü Makedonya mücadelesinin en aktif unsurları Islavlar ve tsiavlaşmış Bulgarlardır. Ama işin aksiyon, yani fiil ve hareket olarak şekilleşmesi, elbette ki, 1878 Berlin Antlaşmasından sonradır. Fakat daha 1876 İstanbul Konferansında bu mesele, Makedonya adı altında olmaksızın da, ortaya atılmış bulunuyordu.

 

Nitekim Osmanlı imparatorluğunda ve Balkan halkları arasında milliyetçilik çabalarının çok daha önce sezildiğine ve devlet adamlarının, kendi görüşleri açısından, bu cereyanların varlığım görüp belirttiklerine ait ciddî belgeler vardır. Meselâ daha Sultan Aziz zamanında ve Tanzimatın son sadrazamlarından Fuat Paşanın padişaha takdim ettiği bir istifa mektubun^da hem bu cereyanlara, hem de halk hâkimiyeti, yahut demokrasi akımlarına değinilir. Bu enteresan istifa mektubundan ve bugünkü dile çevirerek bazı parçalar verelim:

 

«Hakikatlerin sizin yüksek katmızca malum olduğu gibi, bir zamandan beri bütün âlemin gidişatına pek çok değişiklik gelmiştir. Bunun ve birtakım iç sebeplerin neticesi olarak devletimiz, birçok zorluklara düşmüştür.

 

Bir hayli vakittir, bütün dünyayı kaplayan millî istiklâl fikirleri, siz padişahımızın ülkelerinde ve özellikle ve çoğunlukla Rumeli kıtasında bulunan gayri müslim (İslâm olmayan) sınıf ve zümreleri, bütün bütün bu sevdaya düşürmüştür. Üç senedir, bir taraftan Sırbistan'ın fesat ve tahrikleri ile Bulgaristan ve diğer taraftan Karadağlıların isyan ve şekavetlerinin yayılmasıyle Bosna-Hersek cihetleri ve Yunanlıların fesatlanyle de Yanya, Tırhala eyaletleri ahalisi, isyana hazırlanmıştır. Hareket haline geçen bu gaileler büyük fedakârlıklarla her ne kadar önlenmiş, bastırılmış ve bir müddet rahat kalınacağı ümit edilmiş ise de...»

 

 

415

 

«Düşmanlarımızın, devletimizin aleyhine olan huşumetlerine hiç bir gevşeklik gelmeyerek, işi bıraktıkları yerden tutarak, az vakit içinde ve korkulan gailleri meydana getirmek için teşebbüse geçtikleri görülmektedir.»

 

Fuat Paşa bundan sonra, Sırpların, Yunanlıların hazırlıkları ile, Eflâk-Buğdan (Romanya) bölgesinde gelişen olaylardan, Rusya’dan Rumeli’ye silâh geçirilmelerinden ve asıl hedefin de Bulgaristan olduğundan, ilkbaharda ve bütün bu bölgelerde bir ihtilâl yangını çıkarılacağından bahsetmektedir. Sonra da, dünyada diğer bir değişiklikten dem vurarak şu görüşlerini arzetmektedir:

 

«Eski vakitlerde devletler, birbirlerinin memleketlerinde gelişen ihtilâl fikirlerine karşı durmayı, kendi menfaatleri icabından sayarlardı. Yani, mahkûm olan tebaanın (halkın) hâkim olan devlete karşı hareketleri, bütün devletlerce kutsal sayılan ve hükümetin müşterek hakları olarak bilinen haklara karşı bir çıkış şeklinde alınırdı. Devletlerce teşvik ve tahrik edilmek şöyle dursun, böyle hareketleri bastırmak için birbirlerine yardım ederlerdi. Simdi ise dünya, bir başka hale girdi. Avrupa'nın çok yerlerinde, hükümetin halka ait olması şeklindeki kâide-i fâhişe ve fâside (yani, gayet kötü ve fesat verici kurallar) ve her yerde milliyet fikirleri meydana çıkıp, nice inkılâplara sebep oldu. Memleketimizde bulunan Hıristiyanlan, devletlerin birtakımı, yüce devletimizi zorluklara sokmak için bu yollara sevketmektedir.

 

Bu suretle ve Hıristiyan sınıfların, Avrupa'dan gördükleri teşviklerden cesaret alarak, bazı isyankâr hareketlere giriştikleri aşikârdır...» (1).

 

Sadrazam Fuat Paşanın padişaha sunduğu istifaname, bu hava içinde uzar gider. İstifanamenin altında gerçi tarih yoktur. Ama Sadrazam Fuat Paşa, ilk sadrazamlığından 2 ocak 1863’te istifa suretiyle ayrılmış olduğu için, bu istifa mektubunun aslının da o tarihi taşıyacağı tabiîdir.

 

 

(1) Vesâik-i Siyasiye. Yayınlayan: M. Cemal. 1327 (1919). Metin Matbaası. İstanbul.

 

 

416

 

Tanzimat devrinin en güçlü sadrazamlarından sayılan Keçecizade Fuat Paşanın yukarda bazı parçaları verilen istifa mektubunda işaret ettiği noktalar, dikkati çekicidir. Bu satırlar şunu gösteriyor ki, XIX. yüzyılın zaten daha ilk yıllarında başlayan ve Sırbistan’la Yunanistan’da istiklâle kadar varan milliyetçilik cereyanları, daha Berlin Antlaşmasından, yani II. Abdülhamit saltanatından önce, Bulgaristan’a da girmiştir. Bulgar milliyetçiliğinin yapısında ise, Makedonya’nın kurtarılışı, aslî bir hedef olarak yer alıyordu. Şu halde Makedonya meselesinin aslında ve en az XIX. yüzyıl ortalarında başladığını kabul etmek, bir hareket noktası olarak doğru olsa gerektir.

 

* * *

 

Makedonya’da teşkilâtlanmanın fiilen başlaması, Makedonya’da mücadelenin tam aksiyon haline gelişi ve fiilî isyan teşebbüsleri ise, Şarkî Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhakından sonra gelişir. Yani büyük Bulgaristan idealinin birinci safhası tamamlanınca, ikinci safhasına yol açılır.

 

Ama burada, önemli bir gerçeği de belirtmeliyiz. Bu gerçek şudur:

 

Makedonya mücadeleleri aslında iki yönlüdür. Bu yönlerden biri, Makedonya’da yaşayan halklardan her birinin ayrı ayrı ve Osmanlı hâkimiyetine karşı yürüttükleri mücadeledir. Bu halkların, mahallî Türk toprak beylerine, Türk çiftliklerine karşı uyguladıkları toprak kavgalarıyle yaptıkları baskınları, çıkardıkları yangınları, bu yönde mütalaa etmelidir. Yani, Türk çiftlik sahiplerinin öldürülmesi, Türk çiftliklerinin yakılması, hulâsa toprak savaşının çeşitli şekilleri bu safhaya girer.

 

İkinci yön ise, Makedonya’daki halk veya milletlerin, kendi aralarındaki kavgalardır. Meselâ Bulgarlarla Sırplar, Bulgarlarla Rumlar arasındaki kavgalar bu arada gelir. Bu kavgalar, vu halkların veya onların içinde yuvalanan, örgütleşen ihtilâlci organların, Osmanlı hâkimiyetine karşı yürüttükleri kavgalardan daha hafif olmamıştır.

 

Bu iki yönlü mücadeleye nihayet, aynı ırktan komite ve örgütlerin,

 

 

417

 

kendi içlerinde ve birbirlerine karşı yürüttükleri mücadeleleri, kanlı olayları ve cinayetleri de ayrıca eklemelidir.

 

Bütün bu karmakarışık tabloya, Makedonya üzerinde ihtirasları, siyasî çıkarları olan yabancı devletlerin çeşitli müdahalelerini de katarsak, Makedonya meselesinin kanlı ve karanlık tablosu az çok belirir. Bu tabloda Türk halkı ve köylüleri, aktif bir rol almazlar. Ellerinden geldiği kadar ve kendi köyleri içindeki korunma gayretlerinden başka hareketleri yoktur. Onlar, kaderlerini hükümete, ordunun varlığına bağlamışlardır. Karşı hareketlerin hepsi, birer nasyonalist akım ve bu arada toprak davasıdır. Hükümetin temsil ettiği ve ordunun yürüttüğü savaş ite, imparatorluğun, o haliyle Rumeli’de muhafazası çabasıdır. Ama çağını yaşamış ve çağdaş gelişmelerin hiç birine ayak uyduramayan bir imparatorluğun muhafazasıdır. Çünkü bu imparatorluk, yalnız Makedonya’da değil, asıl Türk yoğunluklarının bulunduğu anavatan vilâyetlerinde ve diğer akşamında da, ne altyapı, ne üst yapı bahsinde, yani bayındırlık, İktisadî ve idari alanların hiç birinde, hiç bir kalkınma içinde değildir. Zaten bunun için kendi kaynaklarına da kendi sahip değildir.

 

Düşünmeli ki, meselâ 1903’te, bütün Osmanlı imparatorluğunun geliri 18.511.322 lira olarak, ama kâğıt üzerinde hesaplanmaktadır. Ama bunun aslan payını, Düyun-u Umumiye alır. Yani bu aslan payı, resmen iflâs halinde bulunan devletin, yabancılara olan borçlarına karşılıktır. Ve yabancılar elinde olan genel borçlar idaresi tarafından alınır. Çünkü o tarihle. devletin yabancılara olan ve Düyun-u Umumiye İdaresince kontrol edilen dış borçlar yekûnu (hem de bazı tasfiyelere ve ödemelere rağmen) 161.346.681 Osmanlı altınıdır. Yani, devletin 10 yıllık bütün geliri kadar!

 

Yıllık gelirin aslan payı bu borçlar idaresine gittikten sonra geriye ne kalacak? Ve bu artıkla ne yapılabilecek? Tabiî hiç bir şey...

 

Gerçi, meselâ devlet bütçesinde ordu akşamına şu masraflar karşılık gösterilmiştir' (Altın lira):

 

 

418

 

Kara ordusu 4.489.898

Deniz ordusu (Bahriye) 3.826.043

Topçu ve kaleler 462.177

Jandarma 1.013.944

________________

Toplam 9.791.862

 

Ama bu hazin masraf karşılıkları da kâğıt üzerinde kalacaktır. Çünkü bunları ödeyecek imkânlar dahi yoktur. Askerler, subaylar gene iki ayda, üç ayda bir maaş alacaklardır. Fazla olarak bunları almak için de maaşlar,* ilgili makamlarla ortak sarraflara % 20-25 noksanı ile kırdırılacaktır. Donanma gene Haliç’te çürüyecektir. Tavuk kümesleri haline gelecektir. Ama Bahriye Nazırı Haşan Paşa (Haşan Rahmi Paşadan önceki Nazır) İstanbul’da Abdülhamit’ten sonra en zengin adamdır. Ve Abdülhamit bile bunun marifetlerini bilecek ve gülümseyerek anlatacaktır.

 

Makedonya’ya gelince? Osmanlı Avrupasında bulunan, Avrupa’nın gidişine ayak uydurması, kalkınması, zenginleşmesi gereken, devletin en çok önem verdiği memleketler olarak sayılan üç Makedonya vilâyetinin, hep bir arada yıllık toplam gelirleri ise, meselâ 1906 yılında yalnız: 1.331.000 liradan ibarettir! Bu üç en önemli vilâyetin (Selânik, Manastır, Kosova) bütün bu yıllık gelirlerinin, Avrupa’daki herhangi bir büyük şehrin belediye gelirine ancak ulaşabildiğini belirtmek, durumu ifade için yerinde olur. Halbuki yabancı devletlerin tazyikiyle ve aşağıda değineceğimiz ıslahat tedbirleri, hep bu gelirin gücüne, taksimine dayanıyordu. Meselâ istenen şuydu: Genel hasılatın % 15’i mahallin bayındırlık işlerine tahsis edilsin. Maarif vergisinin üçte ikisi mahallinde harcansın. Her köyde mektep, her kasabada nizamî mahkemeler kurulsun. Yabancı uzmanlara da bu hasılattan yüksek maaşlar ayrılsın. Ordu güçlendirilsin ve hepsinden fazla olarak da bu gelirden, devlet borçları için Düyun-u Umumiye hissesi de çıksın!

 

Halbuki ve daha önceki bahislerde, bizzat sadrazamdan naklen verdiğimiz gibi, Abdülhamit’in şahsen ve hem de her hafta başında taksit taksit hâzineden çektiği aylık tahsisatı ile diğer çeşitli gelirleri,

 

 

419

 

bütün Makedonya’nın yıllık varidatından fazladır!

 

Hulâsa Makedonya’da işler yalnız kanlı ve ümitsiz bir tablo değildi. Aynı zamanda, hazin ve düşündürücü bir çıkmaz yoldu. Bu yolun sökülmesi, Abdülhamit idaresi gibi Şarklı, iflâs etmiş bir idare-i maslahatçılık, yani günü gün etmekle mümkün olamazdı. Bu iş, çağın gidişini kavrayarak, ona adım uydurmasını başaracak, güçlü, idealist insanların, insanüstü çabalarına muhtaçtı...

 

* * *

 

ÖRGÜTLENME BAŞLIYOR: MAKEDONYA KOMİTELERİ!

 

Evvelâ fikirlerde beliren, bir taraftan dış etkiler, diğer taraftan iç etkenlerle güçlenen nasyonalist akımların, ergeç bir örgütlenme ve sonra da eylem (aksiyon) safhalarına gelmesi, elbette kaçınılmaz bir gelişmeydi. Nitekim öyle oldu.

 

Ama Balkanlarda komitecilik bahsine girerken, bir Makedonya komitesinden değil, Makedonya komitelerinden bahsetmek doğru olur. Çünkü bir tek Makedonya komitesi yoktur. Çeşitli Makedonya komiteleri vardır. Şunun için ki, evvelâ Makedonya’da yaşayan ve hepsi de Osmanlı hâkimiyetine karşı mücadeleye girişen çeşitli halkların ayrı ayrı komiteleri oldu. Meselâ Bulgarların, Rumların, Arnavutların, Sırpların komiteleri gibi. Sonra da bu halkların arasından doğan veya onların arasına sokulan bu komiteler de, kendi aralarında birlik değildirler.

 

Meselâ Makedonya mücadelelerinde en aktif unsur olan Bulgarlar arasında, çeşitli Makedonya komiteleri vardı. Ve bunlar, kendi aralarında, zaman zaman, Osmanlı hükümetine ve Müslüman halka karşı giriştikleri kanlı savaşlardan daha sert ve daha vahşî bir şekilde savaştılar, hesaplaştılar. Ama ne de olsa, asıl amaç birdi: Osmanlı hâkimiyetine karşı savaşmak! Bu ise, meselâ bu savaşların en aktif unsurları olan Bulgarlar arasında, hem taktik ve‘stratejik, hem de şahsî sempati veya antipatiler bakımından, birbirlerine karşı olan çeşitli komitelerin teşekkülüne meydan vermiştir.

 

 

420

 

Meselâ Makedonya’da evvelâ muhtariyet için çalışan komiteler gibi: Santralistler ve Verhovistler... Şimdi biz, bir gün Makedonya’da isyan ve ihtilâllere varacak olan bu örgütlenmelere kısaca göz atalım:

 

Bulgarlar için Makedonya mücadelesinin, büyük Bulgaristan ülküsünün bir devamı olduğunu, daha önce işaret etmiştik. Yani Balkanların kuzeyinde, 1878 Berlin Antlaşması’yle bir prenslik kurulduktan sonra, evvelâ Balkanların güneyindeki Şarkî Rumeli vilâyetinin Bulgaristan’a katılması, sonra da Makedonya’nın kurtarılışı, bu ülkünün aşamalarını teşkil ediyordu. Şarkî Rumeli veya Güney Bulgaristan’ın Bulgar prensliğine katılmasının, 1885 ihtilâli ile ve kolayca sağlandığını evvelce işlemiştik. Çünkü evvelâ, Berlin Antlaşması’na göre, burada asker bulundurmak hakkına sahip olan Osmanlı hükümeti, Abdülhamit’in siyasetiyle, oraya asker yerleştirme cihetine gitmemişti. Sonra da gene Berlin Antlaşması’yle, bu vilâyette bir karışıklık çıkarsa, oraya ayrıca asker göndermek yetkisinin devlete verilmesine, hatta Rusya’nın dahi bu müdahaleyi istemesine rağmen, gene padişahın kararıyle bu asker şevkinden de vazgeçildi. Ve Şarkî Rumeli vilâyetinin, Bulgar prensliğine katılması tanındı. Halbuki Şarkî Rumeli vilâyetinde yoğun Türk nüfusu yaşıyordu. Ve burası, Edirne vilâyetinin bir devamı gibiydi (1).

 

Büyük Bulgaristan ülküsü yönünde ilk iki aşama bu suretle gerçekleştikten sonra, üçüncü kademe olan Makedonya, tabiatıyle, aktif Bulgar çevreleri tarafından ele alınacaktı. Öyle de oldu. Evvelâ başlıca iki merkez, yahut iki örgüt yaratıldı. Ama öyle görünüyor ki, bunlardan da önce bu alanda ilk örgüt, 1890’da Sofya’da kurulmuştur. Bu ilk komite, daha ziyade bir Hayır Cemiyeti, yani Bulgaristan’a göç eden Makedonyalıların ihtiyaçlarını karşılamak gibi maksatlarla kurulmuş görünür, 1894’te «Makedonya-Edirne» isimli komite meydana gelir. Bu komitede, Makedonya ve hatta Trakya’nın, istilâ veya muhtariyet fikirleri karışıktır.

 

 

(1) Bu konuda gerekli tafsilâtı, Şarkî Rumeli İhtilâli üzerine hâsıl olan iç ve dış olayları ve bu arada iki sadrazam, yani Sait Paşa ve Kâmü Paşa arasındaki tartışmaları ügüi bahiste vermiştik.

 

 

421

 

1895'te, asıl güçlü ve şiddet taraftarı olan Makedonya komitesi meydana getirilir. Bu teşekkülü kuran Teğmen Boris Sarafoftur. Sarafof, Makedonya'da Menlik ilçesindendir. Sofya Harp Okulunda okumuştur. İhtiraslı, gözü pek ve teşkilâtçı bir gençtir. Henüz yirmi yaşlarındadır. Cemiyete evvelâ, daha ziyade subaylar girer. Sarafof derhal harekete geçmek ve hem teşebbüsü, hem liderliğini, bir baskınla ilân etmek kararındadır. Komitenin kurulduğu yıl, kendi doğum yeri de olan Menlik ilçesi merkezine saldırır. Kasabayı işgal eder. Birkaç saat kendi işgali altında tutar. Sonra arkasında kanlı izler bırakarak çekilir (1).

 

Ama bu olay, içeride ve dışarıda büyük yankılar yapar. Sarafof un adı, şöhreti, birden yayılır. Ondan sonra Sarafof, 1907 ekiminde, yardımcısı Gavranof la beraber ve gene bir Makedonya komitecisi olan Paniça tarafından öldürülünceye kadar, Makedonya olaylarının ve isyanlarının, daima ortasında ve başında bulunacaktır.

 

Sarafofun hedefi, Makedonya'nın Bulgaristan'a ilhakıdır. Fakat kendi kurduğu komite içinde, pek çabuk başka bir cereyan başlar. Bu cereyan, Makedonya'nın Bulgaristan'a ilhakını değil, evvelâ Makedonya'da muhtariyeti savunur. Hareketin başında General Zençef ile Mihaylovski vardır. Ve bu iki akımın taraftarları, pek çabuk birbirleriyle kanlı bıçaklı olurlar. Yani, ilk Makedonya komitesi bölünür.

 

 

(1) Makedonya mücadeleleri ve Makedonya komitecileri hakkında yayınlar ve kaynaklar çoktur. Bu arada meselâ, Mihaylofun 1965’te Viyana’da basılan üç büyük ciltlik ve Bulgarca eserinin iki cildi, Büyük Millet Meclisi Kitaplığında vardır. Bu eser bilhassa, Teodor Aleksandrofun hayat ve maceralarını inceler.

 

Bizde bu komite hakkında orijinal nakillere inen yazar Ali Naci’ dir. Onun 1934’te İstanbul’da yayınlanan Ya Hürriyet, Ya Ölüm! isimli eseri, gazete röportajı stilinde kalmakla beraber, o devirde yaşayan bazı Makedonya komitecileriyle de konuşarak yazıldığı için, önemlidir. Bu devirle ilgili hemen bütün tarihlerimizde ve tarihî neşriyatta da Makedonya meselesi, az çok önemle yer alır. Aşağıda bizzat Enver Beyin Hatıralarından nakledeceğimiz Makedonya olayları ise, elbette ki ayrı bir önem taşır.

 

 

422

 

Ondan sonra mücadele, bir taraftan komitelerle Osmanlı hükümeti, diğer taraftan da, kendi aralarında devam eder. Ve bu mücadelede, ancak kan ve silâh konuşur. Nitekim bir gün gelip Sarafofu öldürecek olan Paniça da, bu muhtariyetçiler cephesindedir; 1903'ten sonra bu cephenin lideri olan ve 1908 İhtilâli günlerinde de adı çok geçen Sandanski'nin emirleriyle hareket eder.

 

Ama aradaki bölüntüler ne olursa olsun, komitelerin örgütlenmesi hızla ilerler. Yalnız bir kısım subaylar değil, hemen bütün papazlar ve öğretmenler, komitelere dahil oldular. Hele kilise ye papazlar, mücadelenin en aktif güçleri halindedirler. Köylüler ise, ister istemez teşkilâtı desteklerler. Zaten kilise işleri de karışıktır. Rumeli'de, hatta kökleri yüzyıllarca önceye inen kilise meseleleri ve ihtilâfları hakkında bu kitapta ayrıca durmayacağız. Yalnız şunu işaret edelim ki, Rumeli İslavları, Ortodoks Hıristiyan oldukları için, evvelce, bu din kolunun merkezi olan İstanbul patrikliğine bağlıydılar. Sonra Bulgar kilisesine istiklâl verilmek ve Abdülhamit de bu cereyanı takviye etmekle beraber, Bulgar köylerinde halkın hangi kiliseye tabi olacakları meselesi, sonuna kadar çekişmeli olarak kaldı. Hatta bu kavgalara Makedonya çeteleri de katıldılar. Ama bu konu üzerinde durmayacağız.

 

Bulgarlar, Makedonya'da en güçlü ve en hareketli unsuru teşkil ettikleri için, Makedonya davası asıl ağırlığıyle bir Bulgar davasıydı. Bununla beraber, Bulgarların teşkilâtlandığını gören diğer Makedonya halkları da aynı yola girdiler. Bilhassa Rum çeteleri, Yunan hükümetinden resmen yardım görüyor ve çok defa Yunan subayları tarafından idare ediliyorlardı. Üsküp, Pirziren ve Manastır taraflarında Sırplar da oldukça yoğunluk teşkil ediyorlardı. Onlar da kendi ölçülerinde çeteler kurdular. Tabiî Arnavutlar da boş durmadılar. U]ahlar ise, Romanya'nın daha ziyade moral ilgilerinden faydalanmakla beraber, kendilerini ticaret ve eğitim alanlarında çalışmalara verdiler. Çünkü onların sayıları, silâhlı bir mücadeleye girişmek için yetersiz olduğu gibi, çevrelerinde arkalarını dayayacak bir Ulah devleti de yoktu.

 

 

423

 

Hulâsa Makedonya kazanında bu kuvvetler, hem Osmanlı hükümetine, hem birbirlerine karşı kaynaştılar durdular.

 

* * *

 

Bulgarların önder nitelikte komite teşekkülleri 1895*te kurulan Sarafof örgütünden ibaret kalmadı. Hatta Sarafoftan da daha önce, 1893’te Makedonya’nın Resne kasabasında daha enteresan bir sahne geçer. Biri, dülger kıyafetinde Manastır’dan, diğeri çoban kıyafetinde Pirlepe’den gelen iki Bulgar öğretmeni Resne’de buluştular. Dülgerin adı Damyan Gruyef, çoban ise Pere Tuşeftir. Damyan, uzun boylu, uzun sakallı birisidir. Pere Tuşef daha gösterişsiz bir adam. Fakat korkunç bir terörist! Üzerinde anlaştıkları esaslar önemlidir. Kurdukları teşekkül «Makedonya Dahilî Merkez Komitesi» adını alacaktır. Evvelâ muhtariyet için mücadele edeceklerdir. Ama sonunda hedef, Bulgaristan’a katılmaktır. Şiddet taraftarlığında, Sarafof’ tan geri kalmazlar. Hatta bir formül de bulurlar: Hükümet korkusu yerine, komitenin korkusunu yerleştirmek! Gizlilik esastır. «Her yerde ve hiç bir yerde» formülü, bunu pek güzel ifade eder. Her yerde olacaklar, ama hiç bir yerde yokmuş gibi çalışacaklardır. İşte bu Damyan Gruyef tir ki, arada yakalanıp bir süre de hapis yattıktan sonra, 1903 ihtilâline karar verecek olan kongreye reislik edecektir. Ve Sarafof, aynı kongrede bulunacaktır.

 

Komite korucuları, bir de program hazırlarlar. Ve teşkilâtın yapısı kararlaştırılır. Makedonya’yı evvelâ Üsküp, Manastır, Serez, îstımoca, Pirlepe olarak beş ihtilâl bölgesine ayırırlar. Her bölgenin bir bölge komitesi olacaktır. Her bölge, nahiyelere taksim edilecektir. Her nahiyede Desetinsalar, yani onar kişilik çeteler kurulacaktır. Her on çeteye bir naçalnik, yani kaymakam kumanda edecektir. Her üç veya dört naçalnik de, bir voyvodaya tabi olacaklardır. Teşkilât geliştikçe, her ihtilâl mıntıkasında; üç, dört veya daha fazla naçalnik bulunacaktır.

 

Bu teşkilât, mangalardan, takımlardan, bölük ve taburlardan kurulu bir yedek askerî kadroyu, meselâ Osmanlı ordu sundaki redif teşkilâtını andırır.

 

 

424

 

Ama redifler, orduda faal hizmet yaşını atlatmış yedek ordu kadrosu olduğu halde, bu komite teşkilâtı, hepsi de genç ve çoğu 18 veya 20, 25 yaşlarında dinç insanlardan teşekkül edecektir. «Her yerde, fakat hiç bir yerde» formülü ise, bilhassa merkez komitesi için uygulanacaktır. Onun belirli yeri olmayacak, ama her yerde bulunacaktır. Her yere yetişecektir. Merkez komitesi, voyvodaların bağlı olacakları zirve teşekküldür. Bütün bu geniş teşkilâtın yaratılması için, bilhassa iki kuvvete güvenilecektir: Bulgar papazları ve Bulgar öğretmenleri! O günlerde ki, Türk köylerinde imamlar, ancak ölü* yıkamak veya namaz kıldırmakla meşguldürler. Türk köy muallimlerine gelince? Denebilir ki köylerde, zaten öğretmen yok gibidir.

 

Komite hızla gelişir. Sofya Harbiyesinden Kosta Delçef, daha sonra Hristo Moşef gibi adları çok duyulacak olan önderler, merkez komitesinde yer alırlar. Ve komitenin misyonerleri, «Elde asa, sırtta aba» çarıklarını giyip, durmadan köyleri, kasabaları dolaşırlar. Merkez komitesi de genişler. Resneli Doktor Tatarçef, Gugolu Hacı Şukulef zirve teşekkülde yer alırlar. Kavardani kasabasında ilk ve toplu merkez toplantısından sonra, Manastır, Resne, Pirlepe, Ohri merkez ve köyleri teşkilât içine alınır. Gizli yayınlar başlar. Ama merkez komitesi hep ilk formüle bağlıdır: Her yerde ve hiç bir yerde! Halka gelince? Halk artık devletten ziyade, komiteden korkmaya başlar. Komitenin yemin formülü zaten kesindir: Ya hürriyet, ya ölüm!..

 

* * *

 

Bulgar Makedonya komiteleri kurulduktan sonra, ilk sekiz yıllık gayretler, gerek komitenin kendi içinde, gerek Sırp, Rum çeteleriyle ve tabiî hepsinin üstünde Osmanlı birlikleri ile şöyle böyle çatışmalarla geçti. Ama örgütlenme hızlıydı. Ve herkes biliyordu ki, Makedonya’da bir devlet içinde devlet kurulmaktadır. Silâhlı kuvvetleri, teşkilâtı, propagandası, eğitim ve kilise hareketleriyle gittikçe kemikleşen, şekilleşen bir devlet! Bu devlet, liderlerini, önderlerini buluyor, ulaştırma, muhabere şebekesini yaratıyordu.

 

 

425

 

Kendi içinde parçalanmalar olmasa, Verhovistlerle Santralîstler, yani muhtariyet taraftarla^rıyle ilhak taraftarları anlaşabilseler, müşterek hedef olan isyan, yani ihtilâl çok daha önce patlayabilirdi, Çünkü evvelâ Santralistler, Bulgar hükümetinden esaslı para ve silâh yardımı görüyorlardı. Onların emrinde Makedonya'da, âdeta bir Makedonya ordusu vardı ki, her verilecek işarette harekete hazırdı. Sonra bu teşekkül, gözü pek, gözünü budaktan sakınmayan ve ölümü daha ilk günden hiçe saymış, genç, idealist bir fedailer kadrosuna da malikti. Verhovistler de aynı vasıftaydılar.

 

Bütün teşkilâta hâkim olan, daha önce de değindiğimiz İslavlaşmış Bulgar mizacıydı. Bu mizaç ve ruh hali, bu yetişme için elverişliydi. Yani şiddet, tereddütsüz kan dökücülük, kayıt ve şart tanımayan mücadele ahlâkı, hulâsa Balkan Bulgarlarını eski Volga Bulgarlarmdan ayıran kesin ve bükülmez karakter! Bu karakter, bütün şiddetiyle harekete hâkim olmuştu.

 

Bu ruhun bazı misallerini, yeri geldikçe vermeye çalışacağız.

 

Hulâsa ilk hedef ihtilâldi. Ve bu hedefe artık, hızla yaklaşılıyordu. Ama bu hedef aynı zamanda bir vasıtaydı da! Çünkü bütün liderler biliyorlardı ki, patlatılacak bir isyan ve ihtilâl, onları son zafere ulaştırmayacaktır. Bu nihaî zafere ulaşmak için, evvelâ Osmanlı hükümetini esaslı surette ürküterek ümitsizliğe, acze düşürmeliydi. Böylece de yabancı devletlerin Makedonya'ya aktif ve müessir müdahaleleri mümkün olacaktı. Ancak bu müdahalenin kuracağı nizam ve yaratacağı zemin üstündedir ki hükümet güçsüzleşecekti. Rumeli'de yerleşecek yabancı ajan ve idare organları içinde komite daha serbest gelişme imkânını bulacak, güçlenecekti.

 

O halde şimdi artık ilk iş, karışıklıklar ve suikastlerdir. Kayıtsız şartsız suikastler! Türklere, yabancılara, demiryollarına, köprülere, kasabalara, şehirlere saldırılar ve akla gelen her türlü suikastler! Komitelere göre, işte bu karışıklık ve suikastlerdir ki Avrupalılara, Osmanlı devletinin Balkanlarda artık bir idare gücü kalmadığını gösterecekti.

 

 

426

 

Osmanlı idaresi çeşitli yollardan budanarak, hakikaten güçsüzlendirilecekti. Ondan sonra ise söz, artık Makedonyalıların, daha doğrusu Bulgarların olacaktı! Nitekim Makedonya'da 1903 ihtilâllerine çıkan yol, artık ardı arası kesilmeyen vahşî saldırılar, baskınlar, yangınlar ve suikastler yolu oldu...

 

* * *

 

HÜKÜMETE GELİNCE?..

 

Hükümet, mutlak surette âciz ve kararsızdı. Yirminci yüzyılın başında, hem de Balkanlar ve Makedonya gibi topraklar üstünde hâkim olan bir devletin, nasıl olup da bu kadar şekilden ibaret bir kudret olduğunu bugün tasavvur etmek bile güçtür. Üç Makedonya vilâyetinin, daha önce verdiğimiz gibi, orta derecede bir Avrupa şehri belediyesi kadar yıllık gelirle idaresi elbette ki mümkün değildi. Bu üç vilâyetin geliri, yalnız Tahsisat-ı Seniye’ye ve padişahın çeşitli kaynaklardan, meselâ Çiftlikât-ı Hümayun’dan aldığı yıllık maaş ve gelirlerine ancak karşı gelebilirdi. Kaldı ki padişahın gelirinden tek kuruş kesilmediği halde, bu vilâyet gelirlerinden, devlet borçlarına karşılık ayrıca kesintiler yapılıyordu. Bu para ile ne kalkınma olabilirdi. Yollar, mektepler mi yapılabilirdi. Asayiş mi sağlanabilirdi. İki ayda, üç ayda bir maaş alabilen askerlerle, jandarmalarla ülke mi korunabilirdi?

 

Zaten yalnız Rumeli'de değil, bütün Osmanlı ülkesinde, bu kadar güçsüz, bu kadar verimsiz, bu kadar kâğıt üstünde bir devlet hâkimiyeti nasıl sürüp gidebilirdi? Sarayın ve padişahın, günü gün etmek siyaseti, artık ve hakikaten son devrini yaşıyordu. Gerçi nerede bir komite hareketi, bir çete baskını duyulursa, oraya birtakım jandarma, asker kolları gönderiliyordu. Ama bunlar neyi hallederdi?

 

Halbuki hükümet, daha 1898 Berlin Antlaşması ile Balkanlarda ıslahat yapmayı taahhüt etmişti. Ama bu/yolda hiç bir harekete geçmedi.

 

Gerçi 1896 nisanında hükümet, evvelâ yalnız Edirne vilâyeti için, şöyle böyle bir ıslahat programı çıkardı.

 

 

427

 

Çünkü 1896’da Rumeli'de, ufak çapta bir isyan patlamıştı. Ama bu program uygulanmadı. Kâğıt üstünde kaldı. Ondan sonra ise, kâğıt üzerinde de olsa, bir ıslahat teşebbüsüne geçilmedi. Ta 1903 ihtilâline ve yabancı devletlerin müdahalesine kadar.

 

Yabancı devletler ise kendi aralarında, durmadan temaslar yapıyorlardı. Babıâli üzerinde devamlı baskı sürdürülüyordu. Ama netice almamıyordu. 1897'de Rusya ve Avusturya, kendi aralarında anlaştılar. Buna göre iki devlet, Balkanlarda statükonun, yani o günkü durumun devamına prensip itibariyle mutabıktılar. Ama eğer durum böyle devam etmez ve gerekirse, şu esaslarda da mutabık kaldılar: Yanya ile Işkodra gölü arasında bir Arnavutluk prensliği kurulacaktı. Geriye kalan Makedonya vilâyetleri de, küçük Balkan devletleri arasında «adaletli bir şekilde» taksim edilecekti (1).

 

Bulgarlar ise, Makedonya’nın taksimine razı değildiler. Çünkü Makedonya’nın bütününe sahip olmak istiyorlardı. Günün birinde Makedonya’nın, Bulgaristan’a katılmasını sağlamak için, onun evvelâ muhtariyet şeklinde birliğini elde etmek istiyorlardı. Nitekim bu görüşe uygun olarak 1899’da Bulgaristan hükümeti, bir Bulgar umumî vali idaresinde muhtar bir Makedonya teşkili projesini, İstanbul hükümetine hususî bir muhtıra halinde sundu. Selânik merkez olacak ve vali, Selânik bölgesinden seçilecekti. Ama Babıâli’den önce, diğer Balkan devletleri bu Bulgar teklifine itiraz ettiler. Zaten meselâ, Bulgarlarla Rumlar arasında ve Makedonya işlerinde görüş ve hareket birliği yoktu. Hatta Makedonya’nın nüfusu meselesinde bile! Meselâ Berlin Antlaşması sırasında Yunan kilisesi, Makedonya’da 338.000 Bulgara karşılık 438.000 Rum bulunduğunu ilân ediyordu. 1905’te yapılan ve daha önce verilen nüfus sayımı sonuçları ise, Makedonya’da 360.000 Bulgara karşılık,

 

Rum bulunduğunu göstermişti. Rusya, Avusturya da Bulgaristan teklifine karşı çıktılar...

 

1901’den itibaren tedhiş hareketleri arttı. Bulgarlar yalnız Türkleri değil, kendi komitelerine karşı saydıkları soydaşlarını ve Rum kilisesine bağlı Bulgarları da öldürüyorlardı.

 

 

(1) Prof. Enver Ziya Karal: Osmanlı Tarihi. Cilt 8. Türk Tarih Kurumu.

 

 

428

 

Saldırılar, yabancılara karşı da yapılmaya başladı. Serez’de bir

 

maden müdürü olan Fransız Chevalier, güpegündüz dağa kaldırıldı. Ve 15.000 altın fidye alınarak serbest bırakıldı. Hükümet, sadece seyirci kaldı. Miss Stene adında bir îngiliz rahibesi de dağa kaldırıldı. 16.000 îngiliz lirası karşılığında serbest bırakıldı. Hükümet gene seyirciydi. Ama bu fidye, kurtarma paralarını yabancılar değil, hep Osmanlı hükümeti ödüyordu. Yani Makedonya komiteleri; silâhlanma, geçinme, teşkilâtlanma paralarını aslında Osmanlı devletinden alıyorlardı. Hani şu memurlarının, subaylarının, jandarmalarının aylıklarını veremeyen Osmanlı hükümetinden! Ve bu yeni kaynak, komitecileri geniş ölçüde ferahlandırıyordu. Ve baskınların arkası gelmiyordu.

 

Trenler de soyuluyordu. Meselâ Anastas adında bir komiteci, 190Tde Selânik-Üsküp trenini soymuştu. Bunu diğer tren soygunları, demiryolu ve köprü tahripleri takip etti. Bulgaristan prensi Ferdinand, her yıl tatillerini Türkiye sınırı yakınında ve Makedonya komitecilerinin merkez karargâhı olan Rilo Manastırında geçiriyordu!

 

Osmanlı hükümeti de gerçi köyler basıyor, komiteci yataklarını meydana çıkarmaya çalışıyor, silâhlar, bombalar ele geçiriyordu. Hele kiliselerle papaz evleri ve mekteplerle öğretmen yerleri, âdeta birer silâh deposuydu. Yakalanmalara cezalar, hapislik, sürgün hükümleri, hatta idam cezaları kesiliyordu. Fakat Rus konsoloslarının müdahaleleri, yani yardım ve şefaatleri hemen imdada yetişiyordu.Ben bile pek küçüklük yaşlarımda ve galiba 1905 isyanları sırasında, Rus konsolosunun müdahalesiyle Edime hapishanesinden alman Rum, Bulgar komitecilerinin, arabalara bindirilerek davul zurnalarla köylerine götürüldüğü günleri hatırlarım. En öndeki arabada konsolosun kavası, tercümanı azametle otururlardı. Bu çalgılı çengili alaylar, sokaklardan geçirilirlerdi. Müslüman halk iki sıra olur, asık suratla bu olup bitenlere bakarlardı. Biz küçük çocuklar, ayak altında ezilmemek için, şuraya buraya sığınırdık.

 

 

429

 

Olup bitenleri seyrederdik. Zaten babamın, çiftliğin de ırgatlık ettiği Dertli Mustafa Beyin çiftliği de bir gün Bulgar komiteleri tarafından basılmış, yetişkin bir bey olan oğlu kaçırılmış, öldürülmüştü. Halbuki bu çiftlik binası, bir ordu karargâhı olan Edirne’de, askerî kışlaların biraz ilerisindeydi. Bu beyi kurtarmak için hemen bütün askerler harekete getirilmişti ama, onu ölümden kimse kurtaramadı (1).

 

Padişaha gelince? O, tam bir aciz ve kararsızlık içinde kıvranırdı. Şu sözler, sadrazam Sait Paşanındır:

 

«Rumeli’de ıslahat yapılmasını padişaha ne vakit hatırlattımsa, padişah hu ıslahatın, devletin siyasâ menfaatlerine aykırı olduğu ve Rusya’nın da hu görüşte bulunduğu cevabını verirdi.» (2).

 

«II. Abdülhamit, bütün salim düşünceler, onun vehim duvarına çarpıp parçalandığı için, ufkun ötesini, yani istikbali göremiyordu. Kendi akıl ve iradesiyle yaptığı takdirde faydalı olabilecek icraatı, tehdidin yarattığı korku yüzünden —yani, başkalarının zoruyle— yaptığı hallerde türlü zararlarını görmesine rağmen, hareket tarzını değiştiremiyordu. Makedonya ıslahatı bahsinde de bu böyle olmuştur.» (3).

 

21, haziran 1902’de Abdülhamit’e Viyana’daki Rus elçisi Şolohovski’nin, Osmanlı elçisine söylediği şu sözler ulaştırıldı:

 

«Rumeli vilâyetlerinde idareniz fenadır. Biz sizin dostunuzuz. İyiliğinizden başka bir şey istemiyoruz. Sizden hakikati saklayanları dost zannediyorsunuz. Bu halin ıslahını düşünmek zamanı katiyen geldi. Çaresine bakmazsanız, kendinizi mahvedersiniz.» (4).

 

Rus elçisi elbette ki samimî olmayabilirdi. Ama Rumeli’ de son çöküntü çanlarının çalınmakta olduğu da bir gerçekti Bu vaziyet devam edemezdi.

 

 

(1) Ş. Ş. Aydemir: Suyu Arayan Adam.

(2) Sait Paşanın Hatıratından.

(3) Enver Ziya Karal: Osmanlı Tarihi. Cilt 8. Türk Tarih Kurumu.

(4) Sait Paşanın Hatıratından.

 

 

430

 

Şartları değerlendirememek ve olaylara seyirci kalmak, Makedonya gibi bir ülkede devletin hâkimiyetini sürdürmek için yetmezdi. Hulâsa artık Makedonya’da padişah ve Osmanlı devleti değil, başkaları söz sahibiydi. Makedonya komiteleri ve yabancı devletler! Ama arada olan şuydu ki, bu aciz, bitkin ve ne yapacağını bilmeyen saray idaresi yüzünden, Makedonya dağlarında her gün kanlar dökülüyordu. Ve bu arada bu idaresizliğin bedelini, maaşlarını dahi doğru dürüst alamayan Türk subayları ödüyorlardı. Niyazi Beyin Hatıratında anlattığı gibi, İstanbul’da padişah tarafından 13 yaşında çocuklara yarbaylık ve Enver Beyin gene hatıratında anlattığı ve az ileride vereceğimiz gibi, 10 yaşında çocuklara albaylık rütbeleri veriliyordu ama, Makedonya dağlarındaki Türk subayları, jandarma zabitleri, yokluklar, çaresizlikler ve mahrumiyetler içindeydiler. Her an, ölüm tehlikesi içinde yaşıyor veya ölüyorlardı. Bu böyle devam edemezdi.

 

Hulâsa burası Makedonya'ydı. Burası bir barut fıçısıydı. Burada insanlar, bu barut fıçısının üstünde yaşıyorlardı. Buraya hâkim görünen devlet, çağın akışım göremiyordu. Çağın emrettiği ıslahatı getiremiyordu. Mademki memleket yolsuz, mektepsiz, kitapsız, fabrikasız, hulâsa idaresiz ve sahipsizdi, o halde bu barut fıçısı bir gün, elbette ki patlayacaktı.

 

Nihayet, o kanlı 1903 yılı işte bu şartlar ve oluşlar içinde geldi. Ve Makedonya’da silâhlar patladı. Kanlar, oluk gibi aktı...

 

[Previous] [Next]

[Back to Index]