Makedonya'dan Ortaasya'ya. Enver Paşa. I. cilt: 1860-1908

Şevket Süreyya Aydemir

 

İKİNCİ KISIM

 

Subaylar Uyanıyor!

 

Makedonya mücadelelerini iki safhaya

ayırmak lâzımdır. Birinci safha, ilk

Makedonya komitelerinin teşkilâtlandığı

1890’dan 1903 İhtilâline kadar sürer.

Bu safhada Osmanlı subayı, sadece bir

emir kuludur. Şuursuzdur.

 

Fakat bir de 1903 ihtilâli ile başlayan

devre var. Bu devre, 1908’de Genç

Türkler ihtilâline kadar sürer, işte bu

arada Osmanlı subayı, yeni fikirlerle

silâhlanır. Gizli teşkilâtını kurar. O da

komiteleşlr. Artık hem Makedonya

komitecilerine, hem kendi padişahına

karşıdır.

 

 

XIV

 

 

MAKEDONYA ATEŞLER İÇİNDE!

 

Makedonya komitelerinin 1890'larda başlayan örgütlenmesi, 1902’de iyice güçlenmiştir. Hatta Doğu Trakya'da komiteciler, daha 1898'den beri faaliyettedirler. Baskılar, adam kaldırmalar, yangınlar, birbirlerini kovalar. Öyle ki meselâ daha 1898'de komite kolları, Edirne-Istanbul demiryolunda Hadımköy taraflarına kadar sarkarlar. Baskınlar, yangın çıkarmalar, dağa adam kaldırmalar, hükümet kasasından ödenen kurtuluş bedelleri, tren soygunları, tahripler ve hepsinin üstünde akıtılan kan dalgalan, bütün Makedonya'yı da sarmıştır. Herkes tetikte, herkes ayaktadır. Makedonya topraklarına akşam inerken kapılarını kapayıp evlerine çekilen her dinden, her dilden Makedonya köylüleri, gözlerini sabaha selâmetle açıp açamayacaklarım bilmezler. Çünkü su uyur, ama komiteci uyumaz. Jandarma da, takip kuvvetleri de pusudadırlar. Komitelerin basmadıkları veya çetecilerin saklandıkları köyler, jandarmalar, takip müfrezeleri tarafından her zaman basılabilir. İslâm köyleri, İslâm çiftlikleri, hatta kasabaları ise, her dakika çetelerin baskınına uğramak tehlikesindedir. Hulâsa Makedonya' da tam bir tedhiş rejimi hâkimdir. Hükümetten daha güçlü, daha doğrusu hükümet içinde hükümet olan çete örgütleri, artık asıl hesaplaşma günlerinin geldiğine de inanırlar. Kiliseler, manastırlar, artık silâh depoları, hatta istihkâmlar gibidir. Gerçi komiteciler hiç durmadan birbirlerini de yerler. Ama şimdilik artık ilk hedefte birleşmişlerdir. Evet, ne olacaksa, artık 1903 içinde olmalıdır. O halde, karar saati çalmıştır. Köylerde, kasabalarda, bir kısmının yaşları, hatta 20'nin bile altında olan, ama geceleri yataklarında, silâhları koynunda uyuyan insanları, artık daha fazla zaptetmek komitenin de harcı değildi.

 

 

434

 

Komiteci liderler ise, bir harp sahasında, büyük taarruzdan önce sakin, fakat asık suratlı, durgun, derin düşüncelere dalan kumandanlar gibi, son hesaplarını yapıyorlardı. Evet, artık vakit tamamdı. Artık işaretin verilmesi zamanı gelmişti. Ve bu işaret; yeni, kanlı, ama şimdiye kadar görülmemiş baskınlar olacaktı. Yakılacak, yıkılacak ve memlekette durum karıştırılacaktı. İlk hedef de seçilmişti: Selânik!

 

Son karar, 1902 sonlarında hem de Selânik’te toplanan Makedonya İhtilâlcileri Kongresinde verildi. Ve bu kongreye, her tipten liderler katıldı. Toplantı, 2-4 ocak günleriydi. Karar, 3 ocak günü ve saat on biri yirmi geçe alındı. Ve protokol, şu sözlerle ilân edildi:

 

«3 ocak 1902, saat on biri yirmi geçe, mukaddes bir tarihtir. 500 senelik esaretin sonudur!»

 

Kongreye dülger kıyafetinde, 1893’te ve Manastır’dan Resne’ye gelip, orada çoban kıyafetli Pere Tuşefle beraber «Makedonya Dahilî Merkez» teşkilâtını kuran öğretmen Damyan Gruyef de katıldı. Boris Sarafofun yardımcısı Garvanof, kongre başkamdir. Öğretmen Pere Tuşef ve arkadaşı Delçef, dışarıdaki vazifeleri dolayısıyle kongrede bulunamazlar. Ama Sofya teşkilâtının kurucusu ve ünlü lider Boris Sarafof, kongrededir. Komiteci gençlerden biri, konuşma yerine çıkarak, ünlü ve ihtilâlci Bulgar şairi Hristo Boteften (1848-1876) şiirler okuyordu:

 

«Hürriyet için canını veren ölmez,

Kuşlar onun için öterler,

Canavar onun için kükrer,

Çocuğun bile gülüşü, hürriyet içindir...»

 

Toplantı bu hava içinde sona erer.

 

Hulâsa 1903 yılı, kanlı bir hesaplaşma yılı olacaktı. Ayaklanma gününü liderler seçecek ve dağlarda ateşler yakılarak ilân edilecekti. Ama daha önce korkunç terörler başlamalıydı. Silâhların,, bombaların, dinamitlerin seslerinden, dağlar seda verip inlemeliydi. Şehirler yakılıp yıkılmalıydı, işte Selânik, bunun için ilk hedef olarak seçildi.

 

 

435

 

Ve derhal hazırlığa geçildi. Bu iş için uyulacak slogan belliydi: Ya hürriyet, ya ölüm!

 

Ölümü göze alan gönüllüler, inanılmayacak kadar çoktu. Hepsinin de yaşları 18-25 arasında. Yalnız birinin yaşı 28'e varıyordu. Selânik'te öyle şeyler yapılmalıydı ki, yalnız Türkler değil, yabancılar da korkudan titresinler. Ne yapacaklarını şaşırsınlar. Avrupa devletleri, ister istemez işe karışsınlar. Makedonya'nın muhtariyeti veya Bulgaristan'a ilhakı yolunda*ilk aşama olan mahallî idarede özellik tedbirleri, hemen alınsın...

 

Kararlar verildi. Hazırlıklara hemen girişildi. Asıl ihtilâl, kutsal bir gün olan îlyaden (Ilya Günü), yani kutsal îlya Yortusu gününde olacaktı. Ama, ona daha vardı. Şimdi ve ilk önce, dağlarda çarpışmalar başlamalıydı. Selânik darbesi de hazırlanmayıydı. Öyle c|e oldu.

 

Selânik için seçilen gençler, birer birer Selânik'e yollandılar. Orada toplandılar. Çoğu daha o yaşlarında ve orada can veren bu gençlerin adları, Makedonya İhtilâli tarihlerinde daima anılır:

 

Köprülü'den Çervan Yordanof, gene Köprülü'den Ortseto, Köprülülü Konstantin Kirkof, ünlü Kosta Delçefin yardımcısı Dimitri Melçef (Köprülülü) îlya Triçkof, Rado Petkof, Pavel Şatef (Kranovalı), Milan Arsef (Ovesli), Todor Boğdanof (Köprülü), Urganciyef (Köprülü) ve diğerleri... Bunların hepsi, daha önce de değindiğimiz gibi, 20-22 yaşlarında çocuklardır. Yalnız Melçef, en yaşlıları: 29 yaşında!.. Ama içlerinde en korkunç zalim tedhişçi, 18 yaşındaki Milan Arsef'tir...

 

Selânik’te toplanan teröristlerin hedefleri geniş, çeşitli ve işleri çetindir. Selânik'e bombaları, dinamitleri Boris Sarafof ve yardımcısı Kosta Delçef gönderir. Bunlar neredeyse, bir şehri havaya uçuracak kadar çoktur. Tedhişçilerin ilk ve mühim işleri, Selânik Osmanlı Bankasını uçurmaktır. Böylece, yaptıkları işin yankıları, dünyada çalkanacaktır. Bunun için banka yakınında bir sütçü dükkânı açarlar. Bu dükkândan bankanın altına bir tünel kazılacak, bombalar, dinamitler oradan bankaya yerleştirilecektir. Macera, bir roman konusu olacak kadar kritik safhalar arzeder. Ama iş yürür. Fakat Selânik'te tedhiş, yalnız bununla kalmayacaktır.

 

 

430

 

Hulâsa hazırlıklar üç ay kadar sürer. Tünelden çıkan toprakları, sütçü eşekleri, süt kapları içinde şehir dışına taşırlar. Gece gündüz çalışılır.

 

Bu arada Makedonya dağlarında, köylerinde, kasabalarında tedhiş hareketleri durmadan devam eder. Ve gittikçe sıklaşır. Meselâ, kongrenin isyan günü olarak kararlaştırdığı Kutsal tlya Günü’ne kadar, hükümet kuvvetleriyle tam 86 önemli çarpışma olur. Yabancılar da telâş ve tedirginlik içindedirler. Meselâ Manastır Fransız Konsolosu, 1903 ihtilâli arifesinde sefaretine yazdığı raporda şunları bildirir:

 

«Burada her tarafta, ilkbahara doğru bir ayaklanma olacağından, gizliden gizliye bahsediliyor. Bir Bulgar hareketinin, Makedonya'nın hangi noktasından başlayacağı evvelden bilinemez. Buna rağmen görülüyor ki, komiteciler, Iştip, Köprülü, Pirlepe, Krotova, Manastır, Kastorya havalisinden geçen dağlık ve ormanlık dizi üzerinde toplanıyorlar. Komitecilerin hareketi, muntazam askerle yaptıkları müsademelerden ziyade, hükümetten yardım gören ve kendilerini hükümete haber veren Rumların mücadeleleri yüzünden aksıyor. Bundan da anlaşılıyor ki, Rumların hemen hepsi, Bulgar komitecilerinin aleyhindedirler. Onlara dair ne duyarlarsa, hemen hükümete haber veriyorlar.

 

Sırplara gelince? Bunlar, Bulgarların ayaklanma propagandasına karşı düşmanlık göstermiyorlar ama, dost da görünmüyorlar. Buradaki Sırp Konsolosu, komitenin kendilerini sıkıştırdığından bahsederek şikâyet ediyor. Ama fikrini almaya gelen Bulgar heyetlerine, çetelere girmelerini tavsiye etmekte ve onları hükümete teslim etmemelerini bildirmektedir. Hatta gerekirse, onlara yataklık etmelerini de söylemektedir...» (1).

 

Ama vaziyet, Fransız Konsolosunun anlattığından da gergindir. Baskınlar, suikastler alır yürür. Çernopoyef ve Mitro Delçof çeteleri, Kokoşi tarafından girerek, Türk köylerini yakmaya başlarlar.

 

 

(1) Ali Naci: Ya Hürriyet, Ya Ölüm!

 

 

437

 

Büyük baskınlara girişirler. 1903 baharında, hem hükümete, hem yabancılara ait işletme ve müesseselere saldırılar başlar. Selânik-Üsküp, Selânik-Manastır ve SelânikIstanbul demiryollarına arka arkaya bombalarla saldırılır. Maksat, havayı bulandırmaktır. Hükümetin dikkatini dağıtmaktır. Yabancıları ürküterek, bir an önce müdahalelerine yol açmaktır. Hava, hakikaten bulandırılır da...

 

 

Nihayet nisan ortasında Selânik’teki hazırlıklar biter. 15 nisan 1903’te Selânik’te, eski ve yeni istasyon arasındaki demiryolu hatları bombalanmıştır. Bu esnada komitecilerden Kirkof, Selânik-Serez garına giderek, oradaki gaz depolarını havaya uçurmuştur. Şehir birden ışıksız kalır. Bu karanlıktan faydalanmak zaten önceden planlanmıştır. Milan Arsof, bu karanlık içinde, tiyatroyu dinamitler. Grand Otele bombalar atılır. Yorgi Boğdan, Yeni Konak Gazinosunu bombalar. Vilademir Petkof, Tophaneye saldırır. Bombalar, dinamitlerle tophane tahrip edilir. Fakat planlanan eylem, yalnız bunlardan ibaret değildir. Asıl şaşırtıcı sahneler daha geridedir. 17 nisanda Kirkof, telgrafhaneye girer ama, planını tamamlayamadan öldürülür. Ortest ise, evinin balkonundan sokağa bombalar fırlatarak ortalığı karışıklığa verir. Ve son bombayla da kendi kendini parçalar. Büyük tragedi, 28 nisanda sahneye kopulur. Ve Makedonya komitecileri, aylardan beri ve yer altından tünel kazarak yaklaşmak istedikleri hedefe ulaşırlar. Osmanlı Bankası havaya uçurulur. Daha enteresan bir sahne, Selânik limanında geçer. Komitecilerden Pavel Şatef, o sırada rıhtımda bulunan ve kalkmak üzere olan Fransız bandıralı Guvadelgivir (Vadilkebir) vapuruna bir yolcu gibi girmiş, bir kamaraya yerleşmiştir. Ama onun bir vazifesi vardır. Bavulunda yol eşyası değil, dinamit fitilleri, dinamit lokumları doludur. Bunları geminin en nazik noktalarına yerleştirmeyi başarır. Nihayet gemi, düdüklerini çalar. Rıhtımdan ayrılır. Rıhtımdaki uğurlayıcılarla, gemideki yplcular, el sallayarak vedalaşırlar. Fakat koca vapur, tam rıhtımdan ayrılıp körfezin ortasına doğru açılırken, korkunç bir patlama duyulur. Gemi sarsılır ve parçalanır.

 

 

438

 

Feryatlar, çığlıklar birbirine karışır. Bir kısım yolcular denize dökülürler. Sahilden kurtarma sandalları yetişirler. Kurtulabilen kurtulur. Vazifesini yapıp bitiren Şatef, bu kurtulanlar arasındadır. Ama Guvadelgivir, olduğu yerde batar. Ve bedelini tabiî, Osmanlı hâzinesi ödeyecektir.

 

Bu olaylar arasında tabiî bir kısım komiteciler hayatlarını kaybederler. Arada intihar edenler, karınlarını deşenler, kendilerini yüksekten atıp ölenler, elindeki dinamiti, kendi sigarasıyle ateşleyip hayatlarına son verenler de vardır.

 

Selânik dışındaki Makedonya şehir, kasaba ve köylerinde ise, olup bitenleri tasavvur etmek mümkündür. Her yer yangınlar, alevler içindedir. Kanlar su gibi akar. Ve öyle sanılır ki, bu olaylardan sonra işler, bir süre durulacaktır. Çünkü hükümet de bir şeyler yapmak ister, tevkifler, hapisler, araştırmalar, köyleri basmak, silâh depoları aramaları ve bu arada tabiî bazı şiddet hareketleri de birbirini kovalar. Ama asıl ihtilâl, henüz daha ileridedir. Onu ateşleyecek fitiller dikkatle hazırlanmaktadır.

 

Hulâsa Makedonya komitesi, zayıflamış değil, güçlenmiştir. Asıl büyük kozlarını oynamak hazırlığındadır. Bu koz, ise, umumî ihtilâldir. Nitekim Merkez Komitesi, artık îlya Günü ihtilâlini başlatmak kararını alır. Halbuki aradan henüz üç ay bile geçmemiştir. Fakat harekete geçilecektir. Zaten 1902 sonları kongresinden sonra küçük, büyük toplantılar, hatta kongreler birbirini kovalar. Daha Selânik baskınlarına girilirken, 20 nisan 1903’te, bu sefer Slimovo Manastırında bir kongre toplanmıştı. Manastır, yani dinî merkez, bu işler için gene en uygun yer olarak seçilir. Çünkü Manastırlar, dağlardadırlar. Ve bu kartal yuvalarına, jandarma bile her zaman elini kolunu sallayarak giremez. Çünkü:

 

«— Osmanlüar; manastırları, kiliseleri basıyorlar, tahrip ediyorlar, kutsal papazları öldürüyorlar!..»

 

feryatları, bütün Hıristiyanlık âlemine yayılacaktır.

 

Liderler gene kongrededirler. Damyan Gruyef, kongreye başkanlık eder. Boris Sarafof gene baştadır.

 

 

439

 

Ve komitenin umu mî müfettişi olarak işlere karışır. Üç kişilik icra komitesi seçilir: Damyan Gruyef, Boris Sarafof ve Lozançef... Karar, ihtilâldir ...

 

* * *

 

KUTSAL İLYA GÜNÜ:

 

İhtilâl için seçilen gün artık bellidir: Kutsal îlya Günü... O gün tarlalardan mahsulün kaldırıldığı mevsime de rastlar.. Ve ihtilâl için, Manastır ve Ohri bölgeleri seçilir. İhtilâl, 20 temmuz 1903’te, gece yarısı başlatılacaktır. Dağlarda, tepelerde büyük ateşler yakılacaktır. Saldırılara her tarafta birden geçilecektir. 50-60 kişilik çeteler, hiç bir kayıt ve şart tanımadan, düşman bildikleri herkese, Osmanlı saydıkları her yere, her müesseseye, insafsızca hücum edeceklerdir. Tabiî karakollar ilk hedeftir. Ama iş bununla kalmayacaktır. Müslüman köyleri yakılacak, tarlaları, harmanları ateşe verilecektir. Çocuk, genç, ihtiyar, kadın, erkek denilmeden, her Türk, her Müslüman düşmandır...

 

20 temmuz 1903 gece yarısı, Makedonya’nın bu bölgesindeki bütün dağlarda, tepelerde birden ateşler alevlenmiştir. Alevlerin çevresini duman bulutları kaplar. Ve sonra bu ateşli, dumanlı törenler içinde, Makedonya’nın altındaki barut fıçısı ateşe verilmiş olur. Ve her şey, önceden kararlaştırıldığı gibi yürür, ihtilâl, birden 10.000 kilometre karelik kasabalar, köyler sahasında yayılır. Köyler yakılır, tarlalar, harmanlar ateşe verilir. Karakollar, istasyonlar basılır. Kan su gibi akar. Hatta toptan öldürmeler olur. Ayaklanmaya, 30.000 kadar silâhlı komiteci ve köylü katılmıştır. 32 yaşındaki Teğmen Borif Sarafof, bu 30.000 silâhlının, fiilen kumandanı mevkiindedir. Her hareketin içinde, her şeyin başındadır.

 

Tabiî hükümet de şiddetli davrandı. Bir küçük seferberlik oldu. Asker ve jandarma da insafsızdı. Ve isyan, ancak üç ay süren geceli gündüzlü çatışmalar, boğuşmalar içinde bastırılabildi. Bu ihtilâl, Makedonya edebiyatına, kanlı bir destan halinde geçti. Şöhretler doğdu, şöhretler öldü. Ama işin hatıra ve yankıları üzerinde bugün de hâlâ durulur.

 

 

440

 

Nitekim Makedonya Komite Teşkilâtı, nice yıllar sonra ve bu konuda Sofya’da bir eser hazırlamaya çalışan A. N. Karacan’a, kendileri şöyle rakamlar verdiler:

 

«Bu üç ayda, hükümetle çeteler arasında, tam 240 çatışma oldu. İhtilâle ön safta katılan 26.500 Bulgar köylüsünden 1.000 kişi öldü veya yaralandı. İhtilâlde aktif vazife alan ve isyanı idare eden komitecilerden 4.694 kişi mahvoldu, 5.122 kadının ırzına geçildi. 70.285 kişi evsiz, barksız, yersiz yurtsuz kaldı.

 

Çetecilerin intihar edenlerini, kendilerini uçuruma atanlarını ve daha nicelerini de hatırlamalıdır. Meselâ Hristo Uzunof’un çetesi sarılıp da ümitler kesilince, teslim olmamak için birbirlerini öldürdüler.»

 

Hulâsa 1903 Makedonya Bulgarları ihtilâlinin hikâyesi kanlıdır. Verdikleri rakamlar doğru mudur? Asker, jandarma ve Müslüman köylüler tarafından kayıplar nelerdir? Bunları şimdi eleştirmekte fayda yoktur. Gerçek olan şuydu ki, Makedonya’yı o şartlar içinde idare etmek ve Makedonya’ya o şartlar içinde hâkim kalmak artık mümkün değildi. Ve 1903 ihtilâlinden, başlıca iki netice doğdu:

 

— Yabancı devletler işe, artık fiilen müdahale ettiler. Zaten ihtilâlin bir gayesi buydu.

 

— Makedonya'da çarpışan Türk subaylarında, artık başka bir uyanış oldu. Evet, bu işler böyle devam edemezdiî Kağşamış bir saray ve saltanat karşısında, zaman zaman, hatta saygı duydukları bu milliyetçi mücadelelerle böyle boğuşmalar, bir netice vermezdi. Evet, artık bir şeyler yapmak lâzımdı. Ve bu, «Bir şeyler yapmak lâzım» diyen subayların içinde, bir de Yüzbaşı Enver Bey vardı...

 

İşte bu Yüzbaşı Enver’dir ki, geleceğin Enver Paşasıdır. Ve o, yalnız bu ihtilâl ateşi içinde yanan Makedonya günlerinden değil, dünyaya gözlerini açtıığ günden başlayan ve bir gün Hürriyetin ilânı ve Meşrutiyetin iadesiyle taçlanan hayat hikâyesini, bize bütün renkleriyle kendi kaleminden anlatır. Biz, bu eserde bu hikâyeyi, onun kaleminden izleyeceğiz.

 

 

441

 

Bu hikâye böylece ve bütünüyle, ilk defa gün ışığına çıkacaktır. Ama ilkönce ve Enver’i de sahneye atan gelişmeleri canlandırmak için, evvelâ şu yabancı devletlerin Makedonya’ya müdahaleleri üzerinde duralım...

 

* * *

 

MAKEDONYA’DA YABANCI SUBAYLAR!

 

Osmanlı imparatorluğunun meselelerinin, daha XIX..yüzyılın ortasından, meselâ 1856 Paris Konferansından beri, artık yabancı devletler tarafından, yahut yabancı devletlerin temsilcileriyle oturulan masalarda konuşulduğunu, kararlara bağlandığını biliyoruz. Yani, XIX. yüzyılın ortasından beri Osmanlı devletinin kaderi, artık kendi gücü ve iradesiyle değil, başkalarının, yabancıların görüşleri ve kararlarıyle tayin edilir. Bu karar alman masa başlarına çok defa, Osmanlı devletinin söz sahipleri davet edilmezler bile...

 

Hatta meselâ, Rusya imparatoru I. Nikola’nın, daha 1853’te ve Petersburg’daki İngiliz Büyükelçisi Lord Seymur’a:

 

«— Kolumuzda bir hasta adam var, her an ölebilir, gelin bu ölümün doğuracağı meseleleri kendi aramızda halledelim...»

 

dediği günler ve bu konuşmanın, çağın siyasî edebiyatına mal ettiği «Hasta Adam» sözlerinin hikâyesini, bu eserin ilgili bahsinde izlemiş bulunuyoruz.

 

Ondan sonraki gelişmeler de, İkinci Paris Konferansı (ağustos 1858), Üçüncü Paris Toplantısı, yani Milletlerarası Paris Komisyonu Protokolü (3 ağustos 1860), Lübnan Hakkında Milletlerarası Anlaşma (9 haziran 1861), Sırbistan Hakkında ve İstanbul’da Toplanan Milletlerarası Komisyon Protokolü (8 eylül 1862) gibi, burada sayılmaları bile çok yer alacak meselelerde asıl karar sahipleri hep başkalarıdır. Nihayet ve bütün bu bir dizi kararları bir tarafa atsak bile (1) biliyoruz ki, 1878 Berlin Antlaşması,

 

 

(1) Bütün bu konularla ilgili belgeler için ve başlıca olarak:

— Reşat Ekrem: Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar. 1300-1920 (1934. İstanbul).

— Prof. Nihat Erim: Siyasî Tarih Metinleri. 1606-1920 (1953. Ankara).

 

 

442

 

asıl muharip olan Osmanlılarla Ruslar arasında değil, bu iki devletten başka ve muharebeye hiç katılmayan diğer yabancı devletlerle bir arada yapılmıştır. Ama hükümler, daima Osmanlı devletini bağlarlar.

 

Ondan sonra, yani bütün Abdülhamit saltanatı boyunca da Osmanlı devletinin kendi meseleleri, hep yabancı devletlerin ele aldığı, karara bağladığı meseleler oldular. Yani, Abdülhamit saltanatı boyunca ve eğer durumu bütün açıklığıyla ifade gerekirse, gerçekte, bağımsız bir Osmanlı devleti yoktur. Ve bu devlet, yalnız dış değil, iç mesele ve davalarında da başkalarının, yabancı devletlerin irade ve kararlarıyle yaşar veya yaşamaya çalışır. Nitekim Makedonya meselesinde de iş, gene böyle oldu. Böyle bir devletin ise, bir başka örneği, o çağda, Avrupa veya Amerika’da mevcut değildir.

 

Zaten Avusturya ve Rusya, daha Selânik trajedisinden ve Manastır-Ohri ihtilâlinden önce, 21 şubat 1903’te İstanbul hükümetine, müşterek bir ıslahat projesi vermişlerdir. Program 5 madde üstünde özetlenebilir:

 

— Polis ve jandarma, Osmanlı devleti hizmetine girecek yabancı uzmanlar tarafından düzenlenecektir.

— Jandarmanın Müslüman ve Hıristiyan nispeti, bulundukları vilâyetin, Müslüman ve Hıristiyan nüfusu nispetine bağlı olacaktır.

— Hıristiyan köylerin bekçileri, Hıristiyanlardan seçilecektir.

— Genel af ilân olunacaktır.

— Üç vilâyet bütçesi, Osmanlı Bankasınca kontrol edilecektir.

 

Evet, teklifler bunlardı. Ve Abdülhamit bunları, itirazsız kabul etti. Ama asıl yabancı müdahale, ihtilâller üzerinde oldu.

 

Evvelâ İngiltere Kralı VII. Edward, Viyana’da, 30 eylül 1903’te Avusturya-Macaristan hükümdarı Frânsuva Jozefle konuştu. Sonra Almanya imparatoru II. Wilhelm, Viyana’ya geldi. İki imparatorla konuşma yapıldı. Sonra bu iki imparator, başvekillerini de yanlarına alarak Morsteg Şatosuna gittiler. Ve orada, Osmanlı devletinden istenecek ıslahat tedbirlerini kararlaştırdılar.

 

 

443

 

Bu buluşmaya, tarihte Morsteg Mülâkatı ve alman kararlara Morsteg Projesi veya programı adı verildi.

 

Projenin esası şuydu:

 

— Makedonya'ya, Balkan yarımadası devletleri ve Berlin Antlaşması'nı imzalayan devletlerden olmayan Hıristiyan bir vali tayin olunacak.

 

— Yahut, yanına Avrupalı müşavirler verilmek kaydı ile, bir Osmanlı umumî valisi (veya müfettişi) idareyi yürütecek.

 

Ama İngiltere bunları kâfi görmüyordu. Bir sıra temaslar, tasarılar yapıldı. Nihayet 22 ekimde tasarı bazı değişmelerle, devletlerin müşterek teklifi halinde Babıâli’ye verildi. Üç Makedonya vilâyetine bir Osmanlı umumî müfettişi tayin olunacaktı. Bu vazifeye Hüseyin Hilmi Paşa getirildi. Bunun yanma, biri Rus, biri Avusturyalı olmak üzere iki müşavir verildi. Bütün Makedonya beş bölgeye ayrılarak, her bölgede jandarma ıslahatı, bir yabancı askerî uzmana bırakıldı. Bütün jandarmanın bu bölgelerde genel kumandanlığına ise bir İtalyan, generali getiriliyordu. Genel jandarma müfettişinin yanma 25 yabancı subay veriliyordu. Vilâyet bütçesini Osmanlı Bankası kontrol edecekti. Hulâsa, Rusya Selânik’e, Avusturya Üsküp’e, İngiltere Drama’ya, İtalya ayrıca Manastır’a yerleşti. Bu suretle bu Osmanlı toprağına, en geniş bir şekilde, yabancı kontrolü yerleşmiş bulunuyordu.

 

 

Osmanlı subaylarında da ilk reaksiyon ve kendini buluş hareketleri işte bundan sonra başladı. Onlar, o da muntazam verilmeyen birer fiske maaş karşılığı kanlarını döküyorlardı ama, memleket de elden gidiyordu. Kaldı ki karşılarında, çağın en güçlü silâhı, yani millî duygularla silâhlanmış, genç ve ülkücü kuvvetlerle çarpışıyorlardı. Halbuki kendileri, hem de artık yabancıların kontrolü altına girmiş topraklarda, gittikçe haysiyetsizleşen bir saray idaresi, yani gittikçe varlığının hikmeti kaybolan bir saltanat rejimi için ölüyorlardı.

 

Hatta bir kısım subaylar, bir hedef, bir ülkü uğrunda ölen bu iç düşmanlara karşı, takdir hisleri bile duyuyorlardı.

 

 

444

 

Meselâ, bir süre sonra, Hürriyet Kahramanı Niyazi Bey olarak sivrilecek olan Resneli Kolağası Niyazi, Hatıratının 44’üncü sayfasında şöyle yazar:

 

«Şiddetli icratımız, Bulgarları kan ağlatıyordu. Fakat onlardan çok, ben azap duyuyordum. Meyus oluyordum. Çünkü hükümetin istibdadına karşı hürriyetleri, kavmiyetleri için silâha sarılan bir kavmin kuvvetini mahvediyordum. Ne yapayım, tabi olduğum devletin menfaati, başka bir yol tutmaya maniydi...»

 

Buna benzer sözleri, Enver Beyin Hatıratında da buluruz. Evet, bir taraf 500 yıldan beri buralarda bir türlü yerleşemeyen, 500 yıldan beri bu topraklara hiç bir değer katmayan, hiç bir esaslı kalkınma hamlesi göstermeyen, aciz ve iradesi başkalarının iradelerine tabi, sonu görünen bir saltanat için çarpışıyordu. Diğer taraf ise, ne için öldüğünü, ne için çarpıştığını bilmekteydi. Eğer bu böyle giderse, er geç nasyonalist cephe muvaffak olacaktı. Ama arada, bu topraklarda yaşayan ve Bulgarlardan daha bakımsız, daha maarifsiz, üstelik de devlete asıl asker veren yoğun bir Türk halkı da arada eriyip gidecekti.

 

O halde bu imparatorluğu o günkü halinden kurtarıp, daha sıhhatli bir rejime sokmak lâzımdı. O halde yalnız dağdaki çetelere, komitecilere karşı değil, bizzat saraya ve hükümdara karşı da baş kaldırmalıydı. Yoksa, bu gidişin sonu yoktu. Daha doğrusu, son, imparatorluğun da sonu olacaktı!..

 

İşte bu uyanış, Makedonya mücadelelerinde, ikinci ve yeni bir safha teşkil eder. Bu safhada artık Osmanlı subayları, sadece bir emir kulu ve gözü kapalı padişah köleleri olarak değil, hem kendilerine karşı çıkan kuvvetlere, hem de bizzat saraya ve padişaha karşı sahnededirler...

 

[Previous] [Next]

[Back to Index]