Makedonya'dan Ortaasya'ya. Enver Paşa. I. cilt: 1860-1908

Şevket Süreyya Aydemir

 

İKİNCİ KISIM

 

İhtilâl, Zafer Çanlarını Çalıyor!

 

İhtilâli, sayılar değil, fikirler kazanır.

Eğer ihtilâl, onu kaçınılmaz kılan şartlara

dayanıyorsa ve bu şartlar, onları

dile getirecek kahramanlarını bulursa,

ihtilâl zafer gongunu bir gün, mutlaka

çalacaktır.

 

Sayı ve birikim, şartları olgunlaştırır.

Bu olgunlaşma, zirve noktasına varınca,

toplumun kabuğu çatlar. O zaman

eski düzen yeni düzene döner. Ve

ihtilâlin topları, bu dönüşü haber

vermek için ufukları inletir...

 

 

546

 

Baba ve çocukları

Baba Ahmet Bey, sağında Binbaşı Enver Bey, solunda Öğrenci Nuri (Nuri Paşa)

 

 

XVIII

 

 

SARAYDAKİ TELÂŞ!

 

Makedonya’da ihtilâl bayrakları açılırken, Sadrazam, Avlunyalı Ferit Paşaydı. Hem saray, hem Ferit Paşa için olaylar, pek o kadar önemli görünmüyordu. Saraya göre, birtakım subaylar dağa çıkmışlardı. Ve yakalanıp haklarından gelinmesi lâzımdı. Ferit Paşa da gelen telgrafları ciddiye almıyordu. Meselâ onun, 6 temmuz (19 temmuz 1908) tarihiyle Manastır valisine yazdığı telgrafta şu cümleler vardı:

 

«Efrâd-ı ahalînin, birtakım matâlib-i siyasiyeye akil erdirmeleri müstebâd olduğundan, matâlib-i vakıanın, talimat ve teşvikafa mübtenî olduğu bedihîdir.»

 

Yani, «Halkın siyasî isteklerde bulunması akim alacağı bir hal olmadığından, bunların birtakım kimselerin teşvik ve tahriklerine dayandığı bellidir.» Bunun ardından da valiye, birtakım azarlamalar, korkutmalar sıralanıyordu.

 

Fakat isteklerin ardı kesilmiyordu. Nihayet, Kaçanik’te toplanan Arnavutlar da, Meşrutiyet için ve bütün halk namına ant içip saraya telgraflar çekince, sarayda telâş arttı. Feçit Paşa çekildi. Yerine, altıncı defa olarak Sait Paşa sadrazam oldu.

 

9 temmuzda (22 temmuz) Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, padişaha, gerçi saygılı bir dille, ama son ve kesin ültimatomunu verdi. Bunu yeni dile çevirerek buraya alıyoruz:

 

«Hilâfetin sığınağı olan padişahımızın kutsal kalına,

 

Sizin kendi irade ve kararlarınızla halkınıza vaktiyle ihsan buyurulan Kanun-u Esasinin (1876 Anayasasının) artık uygulanmasına irade buyurulması suretiyle, bizim size karşı olan sadakatimizin bozulmamasını ve korunmasını dileriz.

 

 

548

 

Eğer pazar gününe kadar Meclis-i Mebusanın açılmasını ferman etmediğiniz takdirde, sizin rızanız hilâfına hareketlere girişilecektir. Manastır vilâyeti dahilinde bugün mevcut olan bütün sivil amir ve memurlarla9 bütün askerî amirler, subaylar ve erler ve bütün din ve tarikat büyükleriyle, küçük büyük, bütün diğer dinler mensupları, istisnasız olarak ve Allah'ın birliğine yemin ederek, bu umumî misak altında toplanmışlardır. Ferman...»

 

9 temmuz 1325

Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti

Manastır Merkezi

 

Kaldı ki bu telgraf çekilirken, Manastır zaten ve fiilen işgal edilmişti. Meselâ, Manastır Valisi Hıfzı Paşanın şu telgrafını da, yeni dile çevirerek verelim:

 

«Padişahın kutsal katma,

 

Bu gece Kolağası Eyüp (Ohri’li Eyüp Sabri) ve Niyazi Efendilerin kumandasında, halktan ve askerlerden meydana gelen 2.000 kişi kadar silâhlı kuvvet, Manastıra gelip, benim ve daha bazı amirlerin evleri sarılmıştır. Saat altı buçukta da 800 kişi, Müşir Paşa hazretlerinin (Mareşalin) evlerini saracak, kendisini muhafazaya memur olan askerlerin silâhlarını toplamışlardır. Kendisini de kaldırıp götürmüşlerdir. Manastırdaki bütün askerî birlikler ve halktan 3.500 kişi, kendilerine katılmışlardır. Arzolunur.»

 

10 temmuz 1324

Manastır Valisi

Hıfzı

 

Evet, artık beklenen gün gelmişti. Saray istese de istemese de, o gün ihtilâl zirve noktasına ulaşacaktı. Zafer topları atılacak ve Hürriyet ilân edilecekti.

 

Saraya gelince, saray artık hem acz, hem telâş içindeydi. Evet, hakikaten acizdi. Yapabileceği bir şey kalmamıştı.

 

 

549

 

Nitekim o gün ve sarayın rızası beklenmeden, Makedonya'da, Hürriyet ilân olunacaktır.

 

Sarayın o safhadaki halini, Sadrazam Sait Paşa, hatıratının son cildinde anlatır. Şu parçalar onundur:

 

«10 temmuz 1324,

 

Sadrazamlığa tayinimin ikinci günü saraya çağırıldım. Gittiğimde, Harbiye Nazırı Rüştü Paşa, Maarif Nazırı Haşim, Tophane Müşiri Zeki, Erkânıharp Reisi Şakir Paşaları nazırlar odasında buldum. O sırada padişahın huzuruna istenildim. Padişah:

 

— Manastır’da Müşir Osman Paşayı dağa kaldırmışlar, sebep nedir? dedi.

— Bilmiyorum.

— Ben bilirim de, sen nasıl bilmezsin?!»

 

Sait Paşa burada, habersizliğinin sebeplerini de açıklar. Meğer sadrazamlığa gelen telgraflar, evvelâ saraya verilir, padişah münasip görürse ve ancak beş altı saat sonra Nazırlar Heyetine gönderilirmiş! Ve padişah her şeye, meselâ Rus Muharebesi, Yunan Muharebesi gibi, ihtilâle karşı hareketi de saraydan idare etmek gayretindedir. Nihayet birtakım kararsızlıklardan sonra, Kabinenin sarayda toplanmasına müsaade eder. Toplanılır. Evvelâ yemek yenilir. Sonra İkinci Kâtip Arap İzzet Paşa birçok evrak ve telgraflar getirir. Bunlar, 100-150 kadardır. O saate kadar bunlardan, sadrazamın ve kabinenin haberi yoktur. Ne ise, eldeki evrak okunur. Evrakın okunması biter. Akşam yemeği zamanı gelir. Gene yemek yenilir. Kabinede herkes telâş içindedir. Her kafadan bir ses çıkar. Nihayet Sait Paşa şöyle konuşur:

 

«— Bu kadar yazışmaların esas konusu, Kanun-u Esası değil mi? Lüzumsuz konuşmaları bırakarak, oylarımızı Kanun-u Esası üzerinde toplayalım.»

 

Meclis sükût eder. Sait Paşa:

 

«— Sükût ikrardan gelir, şu halde, Kanun-u EsasVnin iadesi üzerinde padişaha bir arîza sunalım.»

 

 

550

 

Paşanın teklifi budur. Gene birtakım lastikli konuşmalar ortaya atılır. Okunan telgraflar arasında şu da vardı: Eğer padişah, Meşrutiyetin iadesini kendi rızasıyle kabul etmezse, kendisi tahttan indirilmiş sayılacaktır. Makedonya’da, Veliaht Reşat Efendi padişah ilân edilecek, hutbelerde adı okunacaktır. Sultan II. Hamit’i ta kalbinden vuran haber ise budur...

 

Şimdi biz, saray adamlarını, sarayda tartışmalarına bırakıp Makedonya’y dönelim...

 

* * *

 

ENVER BEY KONUŞUYOR: «HASTAYI TEDAVİ ETTİK!»

 

Enver Bey, hatıratında şöyle anlatır:

 

«Artık hükümet çöküyordu. TJsküp’te, cemiyet düşmanı Avukat Sabit Efendiyi de vurdular. Kosova9da herkes bizimle beraber olmuştu. Kriyovolak köyünde, Mustafa Necip’le otururken (Selânik’te Enver Paşanın eniştesi Nazım Beyi vuran subay) uzaktan Hakkı Beyle, Mülâzım Haşan Efendinin de geldiğini gördük. Bütün haberler iyiydi...»

 

«Bizim daimî çetemiz de artık 8 kişi olmuştu.

 

Ben, asıl Köprülü’yü harekete getirmeye çalışıyordum. Onlara en ünlü, en hareketli Bulgar komitecilerinin Köprülüden çıktıklarını ve Bulgarları misal getiriyordum.

 

Kendim de Köprülüye hareket etmeye karar verdim. 9 temmuz günü saat 11’e doğru Köprülüye girdim (saat akşama doğru 18.30).»

 

Artık kozlar açıkta oynanmaktadır. Enver Bey ve arkadaşları ortalıkta artık sereserpe dolaşırlar. Daha önce verilmiş bir karara göre ise, 10 temmuzda Selânik’te «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyetinin gizli kongresi olacaktı. Enver Bey, kongreye katılacağını söylemişti. Halbuki ertesi gün 10 temmuzdu. O halde ne yapıp yapmalı, artık bu işi sona erdirmeliydi. Öyle de oldu.

 

Gece her şey hazırlanır. Enver Bey, Kaymakam Münif Beyin evindedir. Mevki ve Süvari Tuğayı Kumandanı Salih Paşa da gelir.

 

 

551

 

Artık iş, hepsinin işidir. Saray istediğini düşünebilir ve istediği kararı verebilir. Ama artık sarayın, ne otoritesi, ne de korkusu kalmıştır. Bu kadar mutlak bir kudretin, bu kadar kısa günler içinde, birkaç kurşun ve bir deste telgraf yağmuru ile çöktüğüne, onlar da şaşarlar. Hulâsa Enver Bey ertesi gün, yani 10 temmuzda Köprülü’de Hürriyeti ilân edecektir. Meşrutiyet rejimi artık başlayacaktır. Nitekim o gece ve Manastır’da verilen kararlar da aynıdır. 10 temmuz, Hürriyetin ilânı günü olacaktır. İstibdadın saltanatı sona erecektir. Enver Bey, olayları şöyle anlatır:

 

«Umumî hareket hazırlıkları dolaytsıyle kongrede bulunamayacağımı Umumî Merkeze arzettim. Ama ne var ki, kongrenin toplanması için kararlaştırdığımız gün, şimdi Meşrutiyetimizin de mesut başlangıç günü olacaktı...

 

Sabah harekete geçmeye karar verdik. Iştip, Koçana kazalarına tebliğler yapıldı. Bütün halk, hükümet konakları önünde toplanacaktı...»

 

Enver Bey bu olaylarda, yalnız bir ihtilâlci, yalnız bir dağa çıkan kurt olarak kendi adına hareket etmez. O şimdi, gizli ihtilâl komitesinin «Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Merkez Heyeti Rumeli Umumî Müfettişi»dir.

 

Vakit gelir. Köprülü hükümet konağının kaymakamlık odasından, hükümet kapısına inilir. Münif Bey, Salih Paşa ve diğerleri beraberdirler. Enver Bey, oradaki topçu subayına, üç defa top atılmasını emreder. Artık ihtilâlin zafer gongu çalacaktır. İlk zafer topları, ufukları inletecektir.

 

Müslüman, Hıristiyan cemaat mümessilleri, ahali ve asker, hükümet önünde halkalanır. İslâm hocaları, Hıristiyan papazları oradadırlar. Enver Bey ve arkadaşları, daha hükümet kapısı terasında görülünce, halk coşar, dalgalanır:

 

«— Yaşasın vatan, yaşasın millet!»

 

O güne kadar duyulmamış, işitilmemiş olan bu sesler, bu haykırışlar havayı doldurur. Evvelâ hocalardan biri bir dua okur. Sonra Bulgar papazlarından Pop Keşof, Bulgarca «gayet müessir» bir nutuk verir. Ama asıl söz, Enver Beydedir. Şöyle yazar:

 

 

552

 

«Ben söz aldım. Biri Türkçe, biri Bulgarca iki nutuk söyledim:

 

— Yaşasın Hürriyet! Yaşasın Millet! Yaşasın Vatan!., diye bütün gücümle bağırdım. Bütün halk, bu sözleri tekrar ettiler. Bu sırada toplar atılıyordu. Sonra meydana indik. Herkes birbirini kucaklıyordu. Hepimiz, birbirimizle kucaklaştık...»

 

Demek, Hürriyet denilen, Hürriyet diye beklenilen, uğrunda nice göz yaşları, nice kaplar dökülen, nice ıstıraplara ve Hürriyetin öncüsü Mithat Paşanın hayatîha mal olan sihirli ülkü, artık gerçekleşiyordu.

 

Namık Kemal'in:

 

«Ölürsem görmeden millette, ümit ettiğim feyzi,

Yazılsın seng’i kabrimde, vatan mahzun, ben mahzun.»

diye inlediği ve görmeden öldüğü hürriyet güneşi, demek artık doğuyordu.

 

Gene Namık Kemal'in:

 

«Ne efsunkâr imişsin, âh, ey didar-ı hürriyet,

Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esâretten...»

diye bağlandığı aşkın rüzgârı, demek ki şimdi gene Osmanlı vatanını saracaktı.

 

Bu sahnede bir tarihî an yaşanıyordu...

 

10 temmuz 1324'te (23 temmuz 1908) Makedonya'nın Köprülü hükümet konağı önünde, Hürriyet böylece ilân edildi. Saat üç sıralarıydı (şimdiki saat sistemine göre, sabah saat 9). Ve az aşağıda göreceğiz ki, aynı gün ve aynı saatte, Manastır'da da hürriyet topları atılmaktaydı. Ve hürriyet beyannamesi, bir top arabasının üzerinden okundu.

 

Enver Bey, Köprülü'deki sahneyi tasvire şöyle devam eder:

 

«Kaymakam ve kumandan, olup bitenleri umumî müfettişliğe telgrafla bildirirler. Ben de şöyle bir telgraf çektim:

 

uHastayı tedavi ettik! Bulgar vatandaşlarımız, bizimle beraberdir. Beyhude kan dökülmemek için,

 

 

553

 

Enver Bey, bürrietin ilânı günlerinde!

 

 

554

 

haklı olan talebimizin isâfma tavassut buy urunuz:“» (1).

 

Burada ve Enver Paşanın telgrafında bahsedilen hasta, 1853' den beri devrin siyasî edebiyatına girmiş olan Hasta Adam’ dır. Yani, Osmanlı imparatorluğudur. Acaba Hasta Adam tedavi edilmiş miydi? Onu zaman gösterecekti. Ve biz, bu konuyu, şartların gelişmeleri ve olayların akışı içinde, bu kitabın ikinci cildinde adım adım izleyeceğiz. Ve göreceğiz ki, gelişecek problemlerin hepsin bütün gerçekleriyle işlenecektir. Ama 10 temmuz 1324’te ve Makedonya'nın Köprülü kazası hükümet konağı önünde Hürriyeti ilân eden Erkânıharp Binbaşı Enver Bey, gerçek bir kâhramandı. Hayatını bir ülküye gerçekten vakfetmişti. Bu ülküsünde samimiydi. Hedefine, muzaffer bir yiğitlikle ulaştı.

 

Ama ulaşmayabilirdi de. O, bu sayfalarda hemen de adım adım izlediğimiz serüveninde, ölümü zaten daha baştan göze almıştı. Ve ondan, hiç bir an ürkmedi ve kaçmadı. Bütün, diğer arkadaşları gibi...

 

Köprülü’de işini bitiren Enver Bey, bir taraftan civar kazalara, köylere ve teşkilât merkezlerine bildirilerini yayarken, diğer taraftan Tikveş ilçesine hareket etmeye karar verir.

 

Enver Beyin Köprülü’deki günlerini ve Hürriyetin ilânı safhalarını, o zaman Köprülü’de kaymakam bulunan ve daha önce cemiyet tarafından öldürtülen Şevket Beyin yerine atanan Münif Bey, bütün ayrıntılarıyle anlatmıştır. Bu hatıralar yakında yayınlanmıştır (2). Bu yayınlarda enteresan bir* grup fotoğrafı vardır. Fakat resim çok eski ve yıpranmış olduğu için, fotokopisini buraya almak mümkün olmadı. Bu grup resmi, yukarda verdiğimiz sahneler sırasında ve Köprülü hükümet konağı önünde çekilmiştir. Ortada Kaymakam Bey yer alır. Yanlarında sivil ve asker ileri gelenler. Enver Bey yanda ve birtakım kendilerini göstermek isteyenler arasında sıkışmış gibidir.

 

 

(1) Bu son cümlenin anlamı şudur: Haklı olan isteklerimizin yerine getirilmesine aracı olunuz.

(2) Ali Münif Beyin Hatıraları. Hayat Tarih Mecmuası. 1969. No. 8-9.

 

 

555

 

Avcı binbaşısı elbisesi taşır. Fesinin üstüne, bir ay işareti işlenmiştir. Ay, aynı hilâl! İttihat ve Terakki gizli cemiyetine giriş gecesi kapıda söylenen parola! Enver Bey, şimdi bu hilâli muzaffer kıldığına inanır. Ve bu zafer, aynı zamanda, Suavi’nin, yani adını, Enver Beyin kendisine gizli cemiyette takma ad olarak benimsediği Ali Suavi’nin ve Genç Osmanlıların da zaferidir. Nitekim Hürriyet ilânının daha ilk gününden, Mithat Paşa ile Namık Kemal'in resimleri de bütün duvarları, vitrinleri süsler...

 

Şimdi Enver Beyi Köprülü’de bırakarak, biraz da Manastır'a göz atalım...

 

Manastır’da Hürriyetin ilânı töreni muhteşem' olur. Çünkü orası ordu merkezidir. Manastır’da Hürriyetin ilânına «İttihat ve Terakki Merkez Heyeti» karar verir. Ve Hürriyetin ilânıyle beraber adı, «Hürriyet Meydanı»na çevrilen şehir meydanında Hürriyet Beyannamesi, Manastır teşkilâtına dahil Erkânıharp Binbaşı Vehip Bey (Paşa) tarafından okunur. Meydan bir mahşer kalabalığı halindedir. Mızıkalar çalar. Bu sı-, rada Vehip Bey, 60 numaralı top arabasının üstüne çıkar. Ve gayet ağdalı bir Osmanlıca ile yazılan nutkunu okur. Meşrutiyet orada bu suretle ilân edilir. Toplar atılmaya başlar. O sırada saray, hâlâ kararsızdır. Ve padişah ne yapacağına bir türlü karar veremez. Niyazi Bey ve arkadaşları ise, Resne’dedirler. Ve Resne’de Hürriyeti ilân ederler.

 

Vehip Beyi nutkunda ve biraz bugünkü dile göre özetlersek şu görüşler açıklanır (1) :

 

«Mukaddes ve muazzez vatandaşlar!,

 

Hürriyetin ilâm, 31 senelik zulme son vermiştir. Uzun mücadelelerin, gayretlerin mahsulü olmuştur. Vatanın en namuslu, en-gayretli, en hamiyetli vatanseverlerini zindanlardan kurtarmıştır. Artık İslâmm siyaset prensipleri de gerçek değerlerini kazanacaklardır. Çünkü adalet, müsavat, uhuvvet (kardeşlik), meşveret (danışma) bundan böyle gerçekleşecektir.

 

 

(1) Nutkun tam metni: Tarık Zafer Tunaya: Türkiye'de Siyasî Partiler, s. 141-142.

 

 

556

 

Kanunî Sultan Süleyman'dan beri, padişahla millet arasında çekilen kafes, artık kırılmıştır. Yemen zindanlarında, Diyarbakır, Erzurum, Akkâ (İsrail) kalelerinde, Fizan'da (Orta Afrika'da) sürünen hürriyet kahramanlan artık kurtulmuşlardır. Yetimlerimizin göz yaşlarını dindirecek, kimsenin hakkını kimseye kaptırmayacak, bizi insan gibi yaşatacak usul, meşru meşveret usulüdür. Ve bütün bu isteklerimizi, bütünüyle sağlayacak olan, Meşrutiyet Kanun-u Esasisidir. O halde:

 

— Yaşasın Hürriyet! Yaşasın Kanun-u Esasî!..»

 

Vehip Beyin nutkundan sonra meydan, «Yaşasın!» haykırışları ile çınlar. Ve orada toplanan Osmanlılar, Kanun-u Esasiyi korumak için, kanlarının son damlalarına kadar çalışacaklarına ant içerler...

 

Gece Manastır, mızıkalar, davul zurnalar, havaî fişekleri, fener alayları ve coşkun gösterilerle taşar, kaynaşır. İlk defa ve bu kalabalıkta, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Rumlar, Bulgarlar, Arnavutlar, hocalar, papazlar el eledir. Şimdi Köprülü* ye dönelim...

 

* * *

 

Enver Bey, Köprülü’den Tikveş’e hareket ederken, istasyon hmcâhmçtır. Yolda bütün küçük istasyonlarda, her cinsten, her ırktan insanlar bekleşirler. Vakit öğleden sonradır. Enver Bey, Üsküp’ten Selanik istikametine giden trene biner. Şöyle anlatır:

 

«Akşam üzeri Krivolak istasyonuna çıktım. Yanımda, Köprülü'den muavin olarak aldığım Mülâzım Süleyman Efendi vardı.

 

Tikveş'te trenden indik. Cadde üstünde, Mustafa Necip Beyin Milis Taburu selâm vaziyetindeydi. Rifat Beyin evine indik. Ben, Tikveş'teyken, padişahın Meclis-i Mebusum davet, yani Meşrutiyeti kabul ve ilân eden telgrafı geldi. Maksat elde edilmiş ve Meşrutiyet kazanılmıştı...»

 

Evet, artık maksat elde edilmişti. Padişahın rızasını almadan Rumeli’de, Meşrutiyetin ilânı haberlerinin saraydaki yankılarını, Sait Paşa hatıratında anlatır.

 

 

557

 

Daha önceki bahiste ve Sait Paşanın reisliğinde sarayda yapılan kabine toplantısını vermiştik. Herkes bir tarafa çekince ve her kafadan bir ses çıkınca, Sait Paşa, daha uzun bir gerekçenin yazılmasını sonraya bırakarak, evvelâ padişaha durumu kısa ve açık bir şekilde arzeden bir arizanın hazırlanmasını teklif etmiş, bu teklif de kabul olunmuştu (1).

 

Kısa arizanın hazırlanması, Zihni Paşaya havale edilir. Ve hazırlanan metin üzerinde mutabık kalınır. Padişaha sunulur. Vakit akşamdır. Rumeli'de ise, Meşrutiyet zaten ilân edilmiştir. Padişaha sunulan bu Kabine kararını buraya alıyoruz (Bugünkü dile göre):

 

«Üç Rumeli vilâyetinde meydana gelen ihtilâl hareketleriyle ilgili olup, 8, 9, 10 temmuz tarihleri ile gelen yetmiş yedi adet telgrafla diğer yazılar, yüksek iradelerine uyularak birer birer okundu. Bu olayları davet eden sebepleri etrafiyle araştırmaya, yüksek malumları olduğu gibi, zaman yetersiz olduğundan, bunlar ayrıca ve yazılı olarak arzedilecekse de, lüzumu aşikâr olan ivedilik dolayısıyle, iki nüsha olarak sunulan karar nüshalarına uyularak, üç vilâyet genel müfettişliği ile valilere acele telgraflar yazılacağı ve diğer bütün valiliklere de bildirilerek, bu kararların yerine getirileceği yüksek malum ve kabullerine arzolunur...»

 

10 temmuz 1324 ve 24 cemaziyelâhır 1326 (Arap tarihi).

 

 

 

[[ Sadrazam Sait

Adliye Nazırı Abdurrahman

Meclisi Memur Kâmil

Harbiye Nazırı Ömer Rüştü

Şûrayı Devlet Reisi Haşan Fehmi

Hariciye Nazırı Tevfik

Dahiliye Nazırı Memduh

Maliye Nazırı Mehmet Ziya

Ticaret ve Nafıa Nazırı Zihni

Maarif Nazırı Haşim

Erkânıharbiye-i Umumiye Reisi Şakir ]]

 

 

(1) Eski sadrazamlardan Kâmil Paşa, kabineye dahil olarak bu toplantıda bulunuyordu. Oradaki konuşmalar, Sait Paşanın Hatıratı ile, Kâmil Paşanın Hatıralarında biraz farklı olarak nakledilir. Ama farklar teferruata aittir denilebilir. Bu sebeple, bunlar üzerinde ayrıca durmuyoruz. Çünkü neticeye tesir eden teklifler ve icraat hakkında fark yoktur.

 

 

558

 

İlişik iki kıta müsveddede teklif olunan, 1876 Kanun-u Esasisinin iadesiydi. O gece Abdülhamit, nihayet kararı kabul etti. Ve Meşrutiyetin iadesiyle Mebusan Meclisinin hazırlıklarına geçilmesi için bütün vilâyet ve sancaklara tebligat yapılması iradesi çıktı. Uğrunda o kadar mücadele edilen ve 30 yıldan fazla süren bir istibdat devrine mal olan Meşrutiyet sistemi, nihayet kabul ve ilân olunuyordu. Nitekim, 11 temmuz 1324 (24 temmuz 1908) tarihli İstanbul gazetelerinde bu tebliğ, kısa ve soğuk bir ifade altında yayınlandı. Ama olay, memleketin bütün köşelerinde, görülmemiş, hatta beklenmeyen heyecan dalgaları yarattı...

 

* * *

 

ENVER REY AĞLIYOR!

 

Köprülü’den Tikveş’e gelen Enver Bey, orada yalnız padişahın Meşrutiyet kabul ve ilânı haberini değil, Selânik’ten de bir davet telgrafı alır. Bu davet, ona; hayatının akışında kendisini şan ve şöhretin zirvesine ulaştıran kapıyı da açacaktır. Davet, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Selânik Merkez Heyetinden gelir. Bunun klişesini burada veriyoruz. Ve telgrafta şunlar yazılıdır:

 

«Tikveş’te, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Teşkilâtlı Dahiliye ve Kuvve-i tcraiye Müfettiş-i Umumisi, Erkânıharp Binbaşısı Enver Beye,

 

Bugün bütün Selânik ahalisi, akşam treniyle teşrifinize intizar edeceğinden, daha evvel hareketinizin bildirilmesi rica olunur.»

 

11 temmuz 1324

Osmanlı Terakki ve İttihat

Cemiyeti Merkezi

 

Demek ki Binbaşı Enver Beyi Selânik beklemektedir. Demek ki şimdi binlerce, on binlerce halk, onu karşılayacaktır.

 

 

559

 

Osmanlı Terakki ve ittihat Cemiyetinin, Enver Beyi Selânikfe davet telgrafı

 

 

560

 

Onun geçeceği yollara dökülecektir. Demek ki artık onun hayat yolunda bir şeyler değişmiştir. O, şu Selânik’in Vardar kapısından çıkarken:

 

«Ben, artık bir hiçim. Yarın kim bilir nerede ve kim bilir hangi kurşunla öleceğim ve bir asi olarak cesedim bir köşeye atılacak...»

 

diyen insan değildir. O şimdi bir muzafferdir. O şimdi halkın, memleketin malıdır. Şöhreti birden, bir şafak aydınlığı gibi parlayacaktır. Ve kendisi yarın, bir yıldız olarak yükselecektir. Demek ki şimdi Selânik, onu bekliyor. Şöyle yazar:

 

«Aldığım telgraf üzerine, öğle üzeri Tikveş’ten Selânik’e hareket ettim. Gevgili istasyonuna, bütün halk yığılmıştı. Burada ve halkın bu kadar teveccühüne (sevgi gösterilerine) dayanamadım. Ağladım. Tren hareket ederken, toplar da atılmaya başladı...»

 

Trende hoş bir sahne de olur. Yolcular arasında, İtalya’nın Selânik Başkonsolosu vardır. Güler bir yüz ve saygılı hareketlerle Enver Beye yaklaşır. Onu candan ve samimiyetle tebrik eder. Enver, bu olayı hatıratında sade, fakat anlamlı bir ifadeyle belirtir. Selânik’e varışını anlatan satırları ise biraz heyecanlıdır. Halbuki o, daha bir ay önce Selânik’ten yola çı'karken, kendini artık ölmüş biliyordu. Hatta bir gün Selânik’e döneceğini ümit etse bile, tasavvur edebileceği sahne, her halde bambaşka olabilirdi: Kendini belki birkaç arkadaşı karşılayacaktı. Belki o kadar da değil. Hele istasyonda bir kalabalık görünce, şöyle düşünür:

 

«— Kim bilir kim geliyor, kim bilir kimi karşılamak için toplanmışlar?..»

 

Vagonun arka kapısından süzülerek inmeye çalışması da mümkündü. Belki arka sokaklardan evine varacaktı. Anası, babası onu evinde bağrına basacaklardı. Binbaşı Enver Bey, belki o zaman biraz göz yaşı dökecekti. Kavuşturana şükrolsun diye. Halbuki şimdi?..

 

* * *

 

 

561

 

«SEN ARTIK NAPOLYON OLDUN ENVER!»

 

Halbuki şimdi? Daha trenin içinde bile esen rüzgâr başkadır. Bütün tren halkı, aralarında Enver Beyin bulunduğunu öğrenmişlerdir. Onu şöylece görebilmek için bütün vagonlar kaynaşır. Şöylece kompartımanının önünden geçebilmek, şöylece yüzüne bakabilmek için yolcular, vagonların dar geçitlerinde birbirlerini çiğnerler. Ve bu arada onu, şöylece yandan da olsa görmeye muvaffak olabilenlerin, yüzlerinin ifadesi değişir. Bu yüzler, ciddî, anlayışlı ve büyük olaylara karışmış, büyük işlerin içinden geçmiş insanların yüz ifadelerini alırlar. Yüzlerde, büyük adamlara yakın olmuş insanların, ağır, düşünceli ve durgunca ifadeleri belirir. Onlar o gün oradaki anılarını, orada gördükleri genç avcı binbaşısının hafızalarından silinmeyecek hatırasını, yarın kim bilir nice yüzlerce defa, nakledip duracaklardır...

 

Nihayet tren Selânikfe yaklaşır. Enver’i dinleyelim:

 

«Saat bire doğru Selanik’e vardık. Hemen bütün Selanik ahalisi istasyondaydı. Coşkun haykırışlar, sevinç çığlıkları içinde tren istasyona daldı.

 

Bulunduğum vagonun içinde ve hele kompartımanın önünde izdiham o kadar artmıştı ki, Erkânıharp Cemal Bey (Paşa) ve Faik Beylerle arkadaşları, bu izdihamı önleyip, bana yol açmak için çok sıkıntı çektiler.

 

Nihayet arkadaşlarımla karşılaştık. Sarıldık, öpüştük. Faik Bey bana bir demet çiçek verdi. Fakat tam bu sırada Talât Bey göründü. Kucaklaştık. Ve bana en kıymetli bir hediye sundu...»

 

İstasyondaki vaziyet işte budur. Enver daha, vagondan inmeden, bin müşkülâtla kendilerine yol açabilen arkadaşlarıyle vagonda kucaklaşır, öpüşür. Ama birbirlerine söylediklerini, galiba kendileri de işitemezler. Nitekim ancak daha sonra ve Enver'i istasyona inince kalabalığın arasından güçlükle kapıp bir faytona atabilen ve onu, umumî müfettişin, müşirin, valinin, paşaların ve bütün büyük devlet yetkililerinin sıraya dizilip bekleştikleri Selânik Parkına götürürken; Cemal Bey, ona:

 

 

562

 

«— Enver, sen artık Napolyon oldun...»

diyebilecektir. Hani şu zafer günlerinin Napolyon’u gibi... Ve bir gün ben onun Moskova’da, Sofiska Naberepna’dâki misafirler konağında, bir Napolyon Albümü üzerine kırmızı mürekkeple yazdığı:

 

«— Bir zaman, beni de Napolyon'a benzetmişlerdi...»

sözlerini, okuyacak ve eserin üçüncü cildinde, kendi el yazısıyle size nakledeceğim...

 

Ama biz şimdi gene, şu Selânik istasyonuna dönelim. 10 temmuz 1324’te ve alaturka saat birdeki Selânik istasyonuna. Hem bu sırada istasyon meydanı sevinç çığlıklarıyle çınlar. Ve Enver, bu kadarını beklemediği bu yer yerinden oynayış karşısında, biraz da, s,af ve bir genç insanın heyecanları içinde bocalar. Halkın çığlıkları, yaşasın haykırışları, coşkun gürültüler, mızıkaların marşları havayı sarsar, inletir. Talât Bey işte o hengâme arasındadır ki Enver’e o kıymetli hediyesini sunar. Hediye, ona «ebedî bir yadigâr olmak üzere» sunulmaktadır. Ve bu hediye, «kırmızı ciltli bir Kanun-u Esasî»dir!

 

Acaba o gün, orada ve bu hava içinde, bundan daha değerli, daha manalı bir armağan düşünülebilir miydi? Elbette ki hayır! Talât Beyin pratik zekâsı iyi işliyordu. Yalnız Binbaşı Enver’in değil, Makedonya’da mücadele eden bütün genç subayların ve sonra bütün Genç Türklerin, hatta, ta Mithat Paşayı da aşarak 1860’ların Genç Osmanlılarına kadar varan mücahitler zincirinin, uğrunda savaştıkları düzen, Meşrutiyet rejimi ve bu rejimi düzenleyecek olan da Kanun-u Esasî değil miydi? İşte o ve onun korunması, şimdi Binbaşı Enver Beyin eline teslim olunuyor demekti.

 

Ama Talât Beyin zekâsı daha da işler. Enver’in boynuna bir daha sarılır. Kucaklayıp tekrar alnından öper. Sonra, genç binbaşının koluna girer. Vagonun sahanlığında onu halka doğru çevirir. Enver Bey, hem mahcup, hem heyecanlıdır. Hem de daha bir ay önce:

 

«— Ben, artık bir hiçim...»

derken, şimdi bir Hep, şan ve şerefin zirvesine ulaşmış bir genç insanın şaşkınlığı içindedir. Halk ise, onu yalnız karşılarında değil,

 

 

563

 

bir an önce aralarında görmek için çığlıklar, haykırışlarla kaynaşır durur. Sahne, hakikaten iyi tertiplenmiştir. Ve bu, daha ziyade Talât'ın işidir. Şimdi biz, Talât'ı izleyelim...

 

Baştan beri, bütün bu gelişmelerin içinde olmakla beraber, o günlerde hatta, posta memurluğundan bile çıkarılmış olan Talât Beyin, işte bu hengâmede halkın arasından sıyrılabilerek kendisine yol açtığını nakletmiştik. Trenin yanına yaklaşabilmiş, çevik bir hareketle vagonun kapısına sıçramıştı. Gerçi vagonun koridorundan, Enver'in kompartımanına ulaşmak bile bir mesele olmuştu ama, onu da başarmış, karşılaşmış, kucaklaşmı, o tarihî hediyesini sunmutu.

 

Ama Talât, hissiyat adamı değildir. Onun kafası, kendi hesapları içinde işler. Derhal anlar ki, beklenilen günler gelmiştir. Şimdi önlerinde yeni bir yol açılmıştır. Yeni bir devir başlayacaktır. Binbaşı Enver'in serüveni, asıl bundan sonradır. Halkın şimdi yalnız burada alkışlayacağı değil, asıl bundan sonra gözlerini kamaştıracak bir yıldız, hatta efsaneleştirilecek bir kahraman lâzımdır. O da bulunmuştur ve işte karşısmdadır.

 

Kısacası, Talât'ın pratik zekâsı durmadan işler. Bir eliyle Enver'in eline sıkı sıkıya yapışır. Sonra onu, etrafını saran ve biraz da ne yapacaklarını şaşıran heyecanlı arkadaşlarının arasından sıyırır. Vagon koridorunun birbirlerine kenetlenmiş sıkışıklığında çekip kurtarmasını bilir. Vagonun kapısında beraber görünürler. Peronlardaki halk,'çılgın gibi dalgalanır. Ama Talât, kendi hesapları içindedir. Bir eliyle Enver'in elini gittikçe sıkar ve onu âdeta kucaklarken, sonra sağ kolunu havaya öyle bir jestle kaldırır ki, sanki orada yığmlaşan, kalabalıklarda:

 

«— Susun, dinleyin,»

der gibi bir tesir yaratır. Ve bütün gücüyle'haykırır:

«— Yaşasın Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Beyî»

 

Yığınlar gürler:

 

«— Yaşasın! Yaşasın!..»

 

 

564

 

Talât Bey tekrar ve daha da güçle bağırır:

«—Hürriyet Kahramanı Enver Bey, çok yaşasın!..

— Yaşasın! Yaşasın! Bin yaşasın!..»

 

Bu haykırışlar, gittikçe artan, gittikçe yükselen yankılar yaratır. Ve bu yankılar, Selânik istasyonunun alanından, şehrin içerlerine, çevrelerine doğru dalga dalga yayılır. Etraf sokaklardan, meydanlardan bu seslere,.yeni sesler karışır...

 

Ama sanki gene de bu haykırışlar, bu alanların, bu şehrin göklerinde kalmaz gibi olur. Sanki bütün Makedonya’nın, sanki bütün imparatorluğun ufuklarını sarar. İmparatorluğun, bütün köyleri, kasabaları, şehirleri, sanki bu haykırışlarla çınlar...

 

Bu seslerde elbette ki yalnız Enver Beyin değil, vatanda ve gurbette nice çileler çeken, hele şu son Makedonya dağlarında, hayatları pahasına silâha sarılan, yüzlerce, binlerce mücahidin, hem intikam, hem zafer naraları vardır. Ama Talât’ m hesapları daha realisttir. Bu ihtilâl, insanüstü bir şöhret bulmalıdır. Ve işte bulmuştur da: Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey!

 

Sarayın ve padişahın yenilgisi ise tamdır. İşte o günden, o saatten ve o dakikalardan itibaren Osmanlı ülkesinde, bir Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey vardır. Osmanlı imparatorluğunun kaderine, bir Hürriyet Kahramanı Binbaşı Enver Bey karışmıştır. Ve o günden, o saatten, o dakikadan sonra onun adı, Osmanlı imparatorluğunun semalarında, bir anda ve bir efsane yıldızı gibi parlayacaktır...

 

Ve sonra?.. Sonra, zaten bizim konumuz bu yıldızı, kendi hayat yörüngesinde adım adım izlemektir. Makedonya’dan, ta Orta Asya’ya ve Pamir dağları eteklerindeki mezarına kadar...

 

— BİRİNCİ CİLDİN SONU —

 

[Previous] [Next]

[Back to Index]