Makedonya'dan Ortaasya'ya. Enver Paşa. I. cilt: 1860-1908

Şevket Süreyya Aydemir

 

İKİNCİ KISIM

 

Osmanlı imparatorluğunun Demografik ve Etnolojik Durumu

 

Tarihte hiç bir imparatorluk, kendi

sınırlarına giren ırklar ve kavimler

bakımından bir birlik arzetmez. Osmanlı

imparatorluğunun yapısı da böyleydi.

 

Çağımızın mahsulü olan ve çağdaş

imparatorlukların hayatlarına son veren

milliyetçilik akımları ise, evvelâ ve ilk

zaferlerini, Osmanlı imparatorluğunda

kaydettiler.

 

 

X

 

 

MEMÂLİK-İ MAHRÛSA-İ ŞAHÂNE:

(PADİŞAHIN MEMLEKETLERİ) :

 

Osmanlı imparatorluğu II. Abdülhamit. devrinde, bizdeki mektep kitaplarında, 3.000.000 kilometre kare üzerinde, 30.000.000 nüfuslu bir ülke olarak gösterilirdi. Çoğunun sınırları dahi belli olmayan, dağları, çölleri, sahraları ile bu 3.000.000 kilometre karelik yüzölçümü, elbette ki çok yerde tahmine, yaklaştırmaya dayanıyordu. Bu alanın bilhassa Afrika ve Arabistan çöllerinde uçlarına, sınırlarına, ne sivil idare, ne de ordu hiç bir zaman ulaşmış değildi.

 

Ama, «Memâlik-i Mahrüsa-i Şahâne» başlığı ile, yani padişahın tasarrufundaki mülkler olarak gösterilen devlet haritalarında bu 3.000.000 kilometre karelik memleketler, etrafı belirli kırmızı sınır çizgileriyle işaretlenmiş pembemsi renklerle, açık olarak belirtilirdi. Yahut da meselâ Mısır, Tunus gibi alanlarda, yani imparatorluğa şeklen bağlı yerlerde bu çizgiler biraz renk değiştirir ve ülkeye vurulan pembemsi renk, biraz belirsizleştirilirdi. Ama bu 3.000.000 kilometre kare hesaplarına, bu kopup gitmiş yerler zaten dahil değildi. 3.000.000 kilometre kare yüzölçümü, Berlin Muahedesi’nden sonra Osmanlı hükümranlığı altında kalmış sayılan yerleri alırdı. Ama Bulgaristan Prensliği ve hele Güney Bulgaristan, yani Şarkî Rumeli vilâyeti ile Bosna-Hersek, mutlak olarak imparatorluğun parçaları sayılırdı. Ve Sultan II. Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinden sonra da oraların hâkimi görünürdü. 3.000.000 kilometre karelik memleketlerin padişahı tanınırdı. Devletin o safhada ve üç kıtaya yayılan topraklarını kapsayan Osmanlı imparatorluğu buydu.

 

Abdülhamit devrinde yazılan yabancı eserler ve kaynaklarda

 

 

308

 

da bu toprak dağılışı ve yüzölçümü, ufak tefek farklarla böyle gösterilir. Ama, ta 1908’e kadar ne artıp ne de eksilmek kaydı ile bizde 30.000.000 olarak alman nüfus, yabancı eserlerde daima daha az olarak gösterilmiştir. Bu kaynaklarda genel olarak imparatorluğun nüfusu, 24.000.000 - 25.000.000 olarak verilir.

 

Bu kitapta biz, o devirdeki imparatorluğun yüzölçümü ve nüfus bakımından genel görünüşünü, yerli ve yabancı kaynaklarca az çok mutabık kalman rakamlar üzerinden vereceğiz. Yerli ve yabancı kaynaklar derken şunu kaydedelim ki, bu konuda, bilhassa nüfus yaklaştırmaları, hemen daima yabancı yazarlar tarafından yapılmıştır. Çünkü Osmanlı devletinin ne toprak sahaları, ne de nüfus sayımları üzerinde pek bir gayreti olmamıştı. Yalnız, Mithat Paşanın zamanında ve onun gayretiyle derlenen nüfus vaziyeti, 1877 Devlet Yıllığı’nda yer almıştır ki, bu da nihayet bir yaklaştırmadır. II. Abdülhamifin uzun saltanat devrinde ise Osmanlı toprakları ve bu topraklarda yaşayan nüfus, bunların ırkî dağılışı ve bölgelerin durumları ve vadettikleri İktisadî imkânlar üzerinde hükümetçe bir araştırma yapılmamış, fakat yabancılar tarafından, önemli eserler verilmiştir (1). Biz şimdi, evvelâ imparatorluğun yüzölçümünü derlemeye çalışalım:

 

 

(1) Bu konuda Rusça neşriyat, Türkiye ve bilhassa doğu bölgeleri hakkında önemli yekûn tutar. Bunlardan başka, hatta Osmanlıların elinde bulunmayan kuzey ve doğu vilâyetleri harita paftalarının bir kısım Rusçaları, iyi işlenmiştir. Bunlar arasında ve bütün alanda çalışmalar yapılamayan hallerde, ana yolların iki tarafında görülen dağları ve sahaları işlemiş olan, diğer alanları beyaz gösteren harita paftaları da vardır.

 

Pan Islavist kitaplar ise, hele Balkanlar üzerinde, zengin tetkik eserleri teşkil etmektedir. Çünkü Panislavizm, nihayet Rusya’da doğan ve Rusya’dan beslenen bir hareketti. Rus çarlığının hariciye ve harbiye nezaretleri, bu hareketin örgütlenme ve yönetme merkezleriydiler. Nitekim 1917 ihtilâlinden sonra ve Bölşevikler iktidara gelince, Sovyetler hükümeti tarafından yayınlanan gizli belgeler serisinde Türkiye’nin, Anadolu’nun Taksimi ismini taşıyan eser, gerçek imparatorluğun son devresindeki genel durumu, gerekse gizli siyâsî anlaşmalar bakımından, çok cepheli bilgiler vermektedir.

 

Hulâsa bütün bu konular, XIX. yüzyıldan başlayarak siyasî literatürde çeşitli ve zengin kaynaklar halindedir.

 

Fakat diğer kitaplarımız gibi bu eserimizde de, mümkün olduğu kadar geniş okuyucu kitlesine hitap etmek ve dip yazılarımızı, okuyucu için zaten tedariki müşkül olan kitap listelerine boğmamak esasımıza sadık kalarak, ele aldığımız bahislerde ancak, en önemli kaynakları işaret etmekle yetineceğiz.

 

Bu konularda gerek Osmanlı devrinin, gerek onu takibeden devrin Türk siyasî edebiyatı maalesef, tam bir yokluk içinde denilebilecek kadar fakirdir.

 

 

309

 

Berlin Antlaşmasından Sonra imparatorluğun Yözölçümü

 

 

[[

Avrupa’da:

- Trakyalar ve Makedonya 160.000 kilometre kare

 

- Güney Bulgaristan (Kuzey Bulgaristan dahil değildir. Güney Bulgaristan ise, resmen Osmanlı toprağı sayılırdı) 32.000 „ „

 

- Bosna-Hersek (Berlin Antlaşması ile Avusturya-Macaristan’a geçmekle beraber, Osmanlı ülkesi sayılırdı) 51.199 „ „

 

- Girit 8.618 „ „

 

Asya’da:

- Ege adaları 6.1001 „ „

- Kıbrıs 9.282 „ „

- Sisam (1832 Antlaşması ile muhtariyet) 468 „ „

- Anadolu, Suriye, Irak, Hicaz, Yemen ve Arabistan bölge ve çölleri „ „ 1.668.000

 

Afrika’da:

- Trabîus-Bingazi, Fizan (Libya) 1.000.000 „ „

_________

2.935.667 „ „ ]]

 

Bu rakamların bir kısmı yaklaşık olduğundan, tabiîihti-yat kaydı ile okunmalıdır. Eğer Berlin Antlaşmasındansonradave şeklen Osmanlı imparatorluğu mülkleri olarak sayılanveimparatorluk haritasında, hafif kırmızı renkli sınırçizgi-feri içinde, hafif pembemsi renklerle gösterilen Mısır ve Tunus’u da bu rakamlara eklersek, o zamanimparatorluğun top-rakları:

 

 

310

 

Tunus 167.400 kilometre kare

Mısır 994.400 „ „

 

olmak üzere 4.097.367 kilometre kareye çıkar...

 

İşte harite üzerindeki Ölsmanlı imparatorluğu, !! Abdülhamit hâkimiyeti boyunca buydu. Berlin Muahedesi ile kaybedilen toprakları ise, daha önceleri vermiştik.

 

1908 İhtilâline girerken, yani 1907-1908 sıralarında imparatorluğun, vilâyet ayrmtılanyle yüzölçümü ve nüfus tablosu ise. bu cildin sonunda ve ek olarak verilmiştir.

 

İmparatorluğun demografik ve etnografik yapısına geçerken, fiilen bizden kopmuş olan Kuzey ve Güney Bulgaristan’la Bosna-Hersek’i de bir tarafa bırakarak, her üç kıtada yaşayan Osmanlı nüfusunu evvelâ toplu olarak göstermek istersek, çeşitli kaynaklarda, çeşitli tahminlere rastlarız. Meselâ, «Pan Cermanizm-Pan Islavizm» isimli eser (s. 23) şu rakamları verir (1) :

 

 

Imparatorluğun Tahminî Nüfusu

 

 

 

[[ Osmanlı Avrupasında 6.500.000

Osmanlı Asyasında 17.500.000

Osmanlı Afrikasında 1.000.000

_________

Toplam 25.000.000 ]]

 

 

Bu yekûn, II. Abdülhamit devrinde ve genellikle kabul edilen 30.000.000 nüfustan azdır. Ama buraya Bosna-Hersek, Şarkî Rumeli (Güney Bulgaristan) gibi şeklî hâkimiyet bölgeleri, hatta Girit dahil değildir. Bu 24-25 milyon nüfusu, II. Abdülhamit devri Osmanlı ülkesi için, en doğru rakam olarak kabul etmekte hata olmasa gerektir. Ama bu yekûnda, devletin sınırları içinde yer almakla beraber, devletin hükmünde olmayan, devlete asker, vergi vermeyen Yemen, Arabistan, Osmanlı Afrikası, hatta Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Kürt beyliklerinde yaşayan halkın da hesaba girdiğini işaret etmeliyiz. Hulâsa II. Abdülhamit imparatorluğu aslında,

 

 

(1) H. Adam: Pan Cermanizm - Pan İslavizm (1909).

 

 

311

 

Rumeli ve Anadolu'nun zaten bitmiş tükenmiş olan Türk halkının omuzlarında tüneyip yaşıyordu. Şimdi konuya devam edelim...

 

* * *

 

İMPARATORLUĞUN ETNOGRAFİK YAPISI:

 

Yukarda verilen özet bilgilerden sonra, imparatorluğun etnografik durumuna geçelim. Yani, imparatorluk sınırları içinde yaşayan halkların, ırklar ve milliyetler bakımından terkibini görmeye çalışalım. Gerçi bu konuda da kaynaklar birbirleriyle çatışır. Meselâ Anadolu’da Rumları, bir milyonla iki milyon arasında, yani tam % 100 farkla veren kaynaklar vardır. Aynı şekilde Ermeni nüfusu da, bir milyonla iki buçuk milyon arasında değişik olarak gösterilir. Bazen de yalnız İstanbul’daki Rum nüfusunun 250.000 gösteren yazarlar vardır. Nüfusu bir milyondan az olan İstanbul’da, elbette ki 250.000 Rum olamazdı.

 

Biz bütün bu çelişmeleri azamî derecede realiteye, yani gerçek duruma yaklaştırmaya çalışarak, imparatorluğun etnograf ik ve etnolojik yapısını vermeye çalışacağız.

 

Evvelâ şu noktayı bir daha belirtelim: Osmanlı imparatorluğunun bir millî devlet olmadığını ve çeşitli ırk, dil, din ve tarihî kök farkları gösteren bir halklar topluluğu olduğunu, bu kitabın ilk kısmında, önemle belirtmiştik. Bu gerçeği bir daha hatırlamalıyız. Meselâ Doğu yüksek yaylalarındaki Kürtlerle, Batı Rumeli’de yaşayan Arnavutlar, yahut Yemen’deki yerliler, Anadolu’daki Rumlar, Ermeniler, Rumeli’deki İslavlar ve nihayet bunların hepsi ile, bu imparatorluğun sahibi görünen Türkler arasında, hiç bir ırkî yakınlık yoktu.

 

Ama daha aşağıda aynı devrin, meselâ Rusya çarlığı ve Avusturya-Macaristan imparatorluğundan vereceğimiz örneklerde görülecektir ki, bu durum, bütün imparatorluklar için müşterektir. 1870-1871 harbinden sonra birliğini yapan ve ırkî bakımından oldukça toplu olan Alman imparatorluğunda bile, meselâ en azdan 4.000.000 İslav yaşıyordu. Rusya ve Avusturya-Macaristan’a gelince? Bu imparatorluklar bu bakımdan, zaten bir parçalı bohçaydı. O kadar ki, meselâ toplu bir coğrafî

 

 

312

 

alanda 56.000.000 nüfus gösteren Avusturya-Macaristan'da ırkça İslav nüfusu 20.000.000'u aşıyordu. Bu konulara ayrıca döneceğiz.

 

Şimdi Osmanlı imparatorluğunun etnografik manzarası üzerine eğilelim:

 

Bu imparatorluk, eski dünyanın birleşme noktasında ve bütün tarihî göçlerin en işlek hatları üzerinde teşekkül ettiği için, elbette ki büyük bir ırklar karışıklığı gösteriyordu. Oğuz Türkleri, yani imparatorluğu kuran Türk boyları; Iran, Suriye ve Ortadoğuya, bilhassa Büyük Selçuklu Devleti ve onun sonraki parçalarını teşkil eden Selçuklu devletleri devrinde yerleşmiş, yayılmış bulunuyorlardı. Büyük Selçuklular istilâsının ilk ve ana dalgaları X. yüzyılın sonundan başlayarak, XI. yüzyılda Iran, Irak ve Anadolu'da saltanatlarını kurmuşlardı. Büyük Selçuk Devleti'nin bir kolu olan Anadolu Selçukluları, Türk ırkının saf bir kolu olan 24 Oğuz boyuna dayanıyordu. Anadolu Selçuklularının zayıflamaları ve çöküşü sırasında, Söğüt havalisinde kendi beyliklerini kuran ilk Osmanoğulları, bu 24 Oğuz boyundan Kayı'lara mensuptular. Fakat Osmanlı devleti daha kurulurken, Anadolu'da, hatta yer yer Balkanlarda yerleşmiş diğer Türk boylarını buldu. Osmanlı hükümranlığı ilerledikçe, İslâmlığı kabul eden diğer ırkî toplumlarla, meselâ Rumeli'de Arnavutlar, Bosna-Hersek’te İslavlarla kan karışımı oldu, istilâ devirlerinde Anadolu’dan Rumeli'ye geçen Oğuz boylarım ve aşiretlerini de hesaba katarsak (1), imparatorluğun Türk olan nüfus tablosunu tasavvur edebiliriz. Abdülhamit saltanatı devresinde imparatorluğun kavmi yapısı işte bu Türk olan ve temeli Anadolu’da bulunan Oğuz asıllı insanlar veya Türkleşmiş olan gruplarla, diğer ırkların mensuplarından teşekkül ediyordu. Bu arada, bilhassa Doğu Karadeniz bölgesiyle, Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde, vaktiyle Türkleşmiş eski ırklar ve Makedonya'daki Türkleşmiş Islavlar, ırklar tablosunda tabiatıyle Türk olarak alınacaktır.

 

 

(1) M. Eyyup Gökbilen: Rumeli'de Yörükler, Tatarlar ve Ev~ lâd-t Fâtuhan. 1957. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi neşriyatı.

 

 

313

 

Semitik Araplarla meskûn Hicaz, Yemen ve kısmen Irak’la, çeşitli ırklar karışımını barındıran Suriye halkları ve nihayet Avrupa Türkiyesindeki Grek ve İslav ırkları ise, bu tabloda ve tabiatıyle kendi bölüntüleri içerisinde görülecektir. Tatarlara gelince? Çoğu Rumeli’de yerleşen ve tamamen Türk toplumuna karışan Tatarlar, imparatorluğun ırkları yapısında, ayrı bir cemaat teşkil etmeyecekler ve Türk nüfus arasında yer almış bulunacaklardır...

 

Şimdi bu değinmelerden sonra, imparatorluğun 1878 Berlin Antlaşmasını takip eden ve bütün Abdülhamit saltanatı boyunca pek de değişmemiş olan demografik ve ırkî tablosunu verebiliriz. Bu tabloya, Güney Bulgaristan, Bosna-Hersek gibi fiilen devletten kopmuş olan bölgeler dahil değildir:

 

 

Osmanlı İmparatorluğunun Efnografik Yapısı (Bütün nüfus 25.000.000)

Osmanlı Avrupasında bu nüfus şöyle dağılıyordu

 

 

Yukardaki tablodaki nüfus taksimatı, Davis Tritz’in «Almanya ve İslâm Âlemi» isimli eserinden alınmıştır.

 

 

314

 

Buna, tabloda gösterilmeyen Kiptiler ve muhtemel çeşitli nüfus rakamı eklenerek, daha yukarda tahmin edilen 6,5 milyonluk Avrupa Türkiyesi yekûnu bulunmuştur. Yazarın bu rakamları, Avrupa Türkiyesinin nispeten yakın bir devrine, 1910-1912 yıllarına göre tahmin edilmektedir. Bu tabloda Arnavut ve Rumların, aslında daha fazla olmaları mümkündür (1).

 

* * *

 

TEMSİL PROBLEMİ:

 

İmparatorluklarda veya çeşitli ırklardan teşekkül eden devletlerde, hâkim ırktan olmayan halkları, hâkim ırka çevirmek, hâkim ırk topluluğu içinde eritmek gayreti, temsil problemini teşkil eder. Osmanlı imparatorluğu da böyle bir topluluktu. Ama temsil gücü var mıydı? Hayır! Evvelâ şunları kaydedelim...

 

Yukardaki tabloya göre, İslâm nüfusu (Türk ve Arnavut), Avrupa Türkiyesinde nüfusun % 50 kadarını teşkil etmektedir. Asıl Türk nüfusu, Avrupa Türkiyesinde ve yerleşme bakımından, her tarafta aynı yoğunlukta değildi. Türkler, daha ziyade Doğu ve Batı Trakyalarda, Rum ve Bulgarlarla karışık olarak, büyük yoğunluğu teşkil ediyorlardı. Safkan Türklüğün önemli ve yoğun yerleşme sahaları olan Kuzey ve Güney Bulgaristan’dan geriye doğru göçler oldukça, bu göçmenler de gene bu bölgelerde yerleşmeyi tercih ediyorlardı. Makedonya’nın Serez, Drama havalisiyle, Selânik, Manastır gibi şehir ve diğer kasabalarında, yerleşik Türk aileleri önemliydi. Fakat daha kuzeye doğru Türk yoğunluğu azalıyordu. Arnavutluk’ta ise, önemli bir Türk yerleşmesinden bahsedilemezdi. Ama gerek Yunan sınırlarına yakın çevrelerde, gerekse Makedonya’nın merkezî kısımlarında, Müslümanlaşmış Grek veya İslav asıllı toplulukları da, Türk nüfusu içinde almaktayız.

 

Türk nüfusunun Osmanlı Avrupasmdaki bu yerleşme tarzının, Türk hâkimiyetini devam ettirmek bakımından elverişli değildi.

 

 

(1) Arnavutluk’un 1960 nüfusu 1.100.000 kadardı. Bu arada bir kısım Arnavutların, Yugoslavya sınırlan içinde kalmış olduklarım da düşünmek lâzımdır.

 

 

315

 

Türklerle, Türkleşmiş Müslümanların, Trakyalar haricinde, birer azınlık durumunda göründüğünü de işaret etmek yerinde olur. Yalnız son Osmanlı Avrupası değil, daha önce imparatorluğa dahil olan ve çeşitli ırklarla meskûn bulunan ülkeler için de önemli ve üzerinde her zaman durulması gerekli bir noktayı burada kısaca belirtmek istiyoruz. Bu konu, Osmanlıların istilâ devirlerindeki Müslümanlaştırma, daha doğrusu temsil siyasetidir.

 

Gerçek şudur ki; istilâ ve yükseliş devresinde Osmanlıların devlet müesseseleri, istilâ edilen ülkelerdeki sertlerden ve donmuş feodal yapıdan çok daha üstündü. Daha adaletliydi. Bu müesseseler başlıca; toprak hukukuna, ordu teşkilâtına ve bir de ilmiye örgütlenmesine, yani kadılık, müftülük, medreseler ve ayrıca tekkeler teşkilâtına dayanıyordu. Kadılar yargı ve icra alanlarında çalışırlardı. Müftüler, dinî eğitim ve kısmen istişarî hukuk sahalarında iş görürlerdi. Medreseler ise, hem din, hem eğitim, hem de devlet işleri için eleman yetiştirmekte, aktif ve önemli vazifeler görüyorlardı. Osmanlı imparatorluğunda; Avrupa’da olduğu gibi, sert toprak köleliğine dayanan feodal nizam mevcut değildi. Osmanlıların ayak bastığı her yerde, o şehir veya bölgenin özelliklerine uyan kanunnameler tanzim edilip yürürlüğe konulurdu. Yani idare, istilâ edilen yerlerdeki halk için çok daha rahat ve çekiciydi. Nitekim meselâ Bosna-Hersek gibi sapa ve dağlık bölgelerde bile bu yüzden Müslümanlık hızla yayıldı. Ordunun, daha ziyade Hıristiyan çocuklardan seçilen devşirmelere dayanışı ve bu çocukların küçük yaşta ailelerinden almışı, elbette ki doğı*u görünmeyebilir. Ama bu çocukların, bir süre sonra iyi yetiştirilmiş hür ve hâkim aşkerler, subaylar, idareciler, valiler olarak hayata katılışları, paşaların, vezirlerin, devlet büyüklerinin bunlardan seçilişi, devşirmeciiik müessesesini, Hıristiyan halklar için bile, arzu edilir hale getiriyordu.

 

Sonra, meselâ Evliya Çelebi Seyahatnamesinde okuduğumuz gibi, yalnız Balkanların değil, Orta Avrupa şehirlerinin de, camileri, mektepleri, medreseleri, tekkeleri ve Müslüman mahalleleriyle İslâmlaşmış olduğunu görüyoruz.

 

 

316

 

Bir aralık Budin’de (Budapeşte) Hıristiyanlar, önemsiz bir azınlık halinde kalmışlardı. Bu hal, îslâma girişin kolay ve basit oluşundan, Islâmda zor olmayışından, İslâmî kabul edenlerin diğer îslâmlarla derhal eşit haklara kavuşmasından ileri geliyordu. Hulâsa o devirde, millet adına değil ama, din yolu ile devletin, çok güçlü bir temsil gücü vardı. Ve bir aralık öyle oldu ki, istilâ edilen ülkelerdeki Hıristiyanların kütleler halinde ve hemen tamamıyle Müslümanlaşması cereyanı baş gösterdi. Bu hal, XVII. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. Hareket, Osmanlılarda din baskısı olmadığı, her din serbest bırakıldığı için; içten gelen, kendi kendine yürüyen bir akım halinde gelişiyordu.

 

İşte bu gelişmeler ve safhalar içindedir ki İstanbul; bütün halkın Müslümanlaşması takdirinde, devşirme kaynakları ile, Hıristiyanlardan alman Cizye ve Haraç şeklindeki vergiler kaynaklarının kuruyacağından endişelendi. Meselâ devletin en ihtişamlı devrine rastlayan Kanunî Sultan Süleyman zamanında ve Şeyhülislâm Ebüssuut Efendinin dahi, bu cereyanı teşvik etmek değil, azaltmak veya durdurmak için tedbirler aldığı, tavsiyelerde bulunduğu bilinmektedir.

 

Hakikaten Ebüssuut Efendi, o zaman Viyana’ya kadar dayanan Osmanlı Avrupasmdaki bu gelişmeleri, en iyi bilecek mevkideydi. Çüpkü istilâ edilmiş sahalarda ilk ve sistemli sayımlar onun zamanında yapıldı. Ama netice şu oldu ki, devşirme ve vergi endişeleriyle yürütülen bu siyaset, istilâ edilen bölgelerdeki temsil hareketini aksattı. Halbuki yeni devletin müesseselerindeki üstünlük, öyle görünür ki, Avrupa’da Müslümanlığı daha köklü bir surette yerleştirebilirdi. Ve bunun yerleştiği ülkeler, meselâ Arnavutluk’ta olduğu gibi, kabile ve aşiretler, yani dolayısıyle fiilen bir ağalık, feodallik sistemine dayanmıyorsa, pekâlâ ve ergeç Türkleşebilirdi. Hulâsa imparatorluk, hele Tuna’nın güneyinde pekâlâ yerleşebilirdi.

 

* * *

 

Bu kısa değinmeden sonra şimdi, gene konumuza, yani Osmanlı imparatorluğunun ırkî terkibi ve temsil problemi konusuna dönelim.

 

 

317

 

Son verdiğimiz rakamlar, Osmanlı Avrupasının nüfusu ve ırklar durumu üzerineydi. Bu durumun, 1878 Berlin Antlaşmasından sonraki devreyi kapsadığını işaret etmiştik. Çünkü aşağıda göreceğimiz ve Balkanlardaki nasyonalizm mücadelelerini içine alacak bahsimizde, milletler durumu özel bir ehemmiyet arzeder. Ama Osmanlı Türkiyesi nüfus ve ırkları bahsini bitirmeden önce ve tarihî bir fikir vermiş olmak için, aynı kıtada, 1878’den, yani Berlin Kongresinden önceki nüfus ve ırklar tahmini üzerinde de bazı rakamlar açıklayalım (1) :

 

Berlin Antlaşmasından Önce Osmanlı Avrupasının Irkî ve Demografik DurumuTürk

Islavlar , Diğerleri

 

 

Bu yekûna, tam veya yarı bağımsız Yunan, Sırp, Romen, Karadağ devletleri nüfusu dahildir. Aynı yıllarda Balkanlarda ancak 100.000 kadar Ermeni de hesap olunuyordu (2). Buraya kadar rakamlar, daha yukarda verilen sayılarla karşılaştırılmca

 

 

(1) Bu rakamlar, son Osmanlı tarihi üzerinde yetkili bir hoca ve aydın bir bilgin olan Prof. Yusuf Akçora’nın Zamanımız Avrupa Siyasî Tarihi - 1870-1877 isimli eserinden alınmıştır. Cilt. IV. s. 55.

 

(2) Akçora’ya göre, dünyada 2.000.000 kadar Ermeni hesaplanmaktadır. Bunun birkaç yüz bini Avrupa ve Amerika’da olduğuna göre, Kafkasya’da ve Türkiye’de 1.500.000 kadar Ermeni olsa ge..ti. Aşağıda temas edeceğimiz gibi, bu yekûnu imparatorluk devnde, 2.500.000 olarak alanlar da vardı.

 

 

318

 

bize Berlin Kongresi öncesi ve sonrası arasında bir kıyaslama imkânı verir.

 

Bu özetlemelerden sonra şimdi de, Osmanlı Asyasının demografik ve kavimler yapısını görebiliriz. O devrin yabancı yayınlarında Osmanlı Asy ası: Anadolu, Kürdistan, Ermenistan, Suriye, Irak ve Arabistan olarak alınırdı. Arabistan’a: Hicaz, Yemen ve Arap çölü dahildi. Arap çölü; Hicaz ve Yemen’in doğusunda ve doğu sınırları Irak, Basra Körfezi ve Hint Denizi kıyılarına varan, Necit, Elhasa, Küveyt ve bütün Güney İmamlıklarını içine alırdı. Irak, Hicaz ve Yemen dışında Osmanlı hâkimiyeti, şekil ve renkten ibaretti. Ama yüzölçümü itibariyle bu topraklar gene de Osmanlı imparatorluğunun sınırlan içinde sayılırdı. Kürdistan ve Ermenistan gibi bölge ayrıntıları ise, Batı siyasî ve coğrafî edebiyatında yer almıştı.

 

Asya Türkiyesinde, Anadolu, Kürdistan, Ermenistan, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen’le Çöller mıntakası yüzölçümünün 1.668.000 kilometre kare ve nüfusun, 17.500.000 olarak hesaplandığını daha önce kaydetmiştik. Bu nüfus, ırklar bakımından şöyle sınıflandırılıyordu:

 

Türk 8.500.000

Suriyeli ve Arap 5.000.000

Kürt 1.240.000

Ermeni 1.115.000

Rum 1.000.000

Muhtelif 645.000

_______________

Toplam 17.500.000

 

Arapların ve Suriye bölgesinde olmak üzere 400.000’i Hıristiyan, 300.000’i Mârûni idi. Genel olarak, Asya Türkiyesindeki 17.500.000 nüfusun, 14 milyondan fazlası, çeşitli mezheplere dağılmış olmakla beraber, Müslüman olarak alınırdı.

 

Bütün bu rakamları kesin olarak kabul etmeye, elbette ki imkân yoktur. Hiç bir sayımın yapılmadığı ve Anadolu Türklerinden başka bölge ve halkların, asker dahi vermediği bir ülkede, kesin nüfus sayısını tayine, tabiî imkân bulunamaz.

 

 

319

 

Kaldı ki imparatorluk sınırlarında yaşayan halklardan; Türklerden başka her birinin, meselâ Ermenilerin, Rumların, kendi nüfus sayılarını yüksek göstermek için gerek kendileri tarafından, gerek onlar adına çalışan yabancıların yaptıkları çeşitli karıştırmaları da ayrıca hesaba katmalıdır.

 

Hulâsa ve böylece imparatorluğun ve hele Asya parçasının nüfus durumu üzerinde, yabancı kaynaklarda verilen rakamları, daima ihtiyat kaydı ile almak yerinde olur.

 

Osmanlı Afrikasına gelince?.. Osmanlı Afrikası aslında, Mısır-Sudan, Trablusgarp, Tunus olarak alınırdı. Berlin Kongresinden sonra da, Trablus fiilen ve diğerleri şeklen Osmanlı hâkimiyeti altında sayılmaya devam edildi/ Bunlardan Mısır-Sudan 994.300 ve Tunus 167.400 kilometre kare olarak hesaplanırdı. O zaman Mısır'ın nüfusu 9.500.000 ye Tunus'un 3 milyondan biraz fazlaydı. Fakat fiilî idare ve murakabemizin dışında kalan ve daha ileride bu durumlarına ayrıca değineceğimiz bu ülkeleri çıkarırsak, Osmanlı Afrikası denilince, yalnız Trablusgarp vilâyetini almak yerinde olur. Nitekim daha önce de imparatorluğun genel yüzölçümü ve nüfus tablosuna, Afrika' dan yalnız Trablus vilâyetini katmıştık.

 

Buna göre Osmanlı Afrikası şöyle bir vaziyet arzederdi:

 

Yüzölçümü 1.000.000 kilometre kare

Nüfusu 1.000.000 „ „

 

Trablus hakkında kısaca bilgi vermeliyiz. Trablusgarp vilâyeti; Trablus, Bingazi (Berka) ve Fizan (Fezan) bölgelerinden teşekkül ediyordu. O zaman vilâyet merkezi olan Trablus şehri, 60.000 kadar nüfus barındırıyordu. Diğer şehirlerden Bingazi (Berka veya Sirenaik bölgesi) 30.000 nüfusluydu. Bunlardan başka ve hepsi de sahillere dizilmiş ufak kasabalardan başka, vilâyet içinde toplu bir iskân merkezi yoktu. Büyük Afrika Sahrasına düşen ve Çat Gölü bölgesine kadar inen çöller bölgesinin güney kısmında ve Fizan sancağının merkezleri sayılan Gıdamış, Çat gibi yerler, basit ve ilkel nitelikte büyükçe köylerdi.

 

 

320

 

Zaten Fizan ancak, «"siyasî sürgün yeri olarak kullanılırdı. Çöllerde aşiretler ise, bu çöllerde kaybolmuş birtakım küçük vahalar etrafında barımrlardı.

 

Ama Kuzey Afrika, Taş devrinden beri meskûndu. Hele Roma imparatorluğu sırasında buralarda, üstün medenî merkezler vücuda geldi. Bu şehirler bilhassa İspanya ve İtalya'ya bağlı olarak, Akdeniz'in büyük ticaret merkezleri halindeydiler. Ve kıyılar, Taş devrinden beri, bir taraftan Büyük Sahra'dan kuzey kıyılarına çıkan, diğer taraftan Avrupa’dan buralara göçen insanların karışma alanları oldular. Bu karışmalar, Trablus vilâyeti halkının bilhassa sahillerde, antropolojik ırkî yapısını şekilleştirdiler. XVI. yüzyıldan itibaren ise, bu sahillere ve Osmanlıların işgaliyle beraber, Anadolu Türklerinin ve bilhassa Batı Anadolu, Akdeniz adaları Türk ve Rumlarının kanı, bol miktarda karıştı. Bu sebeple Trablus vilâyetinde belirli bir milletler ayrıntısından bahsetmek mümkün değildir. Trablusluların genel kütlesi ise, Arap istilâlarının da etkisiyle, Arap olarak adlandırılır. Ama bu arada kumral ırkların Kuzey Afrika'da, önemli kan etkileri olduğu muhakkaktır. Lisan olarak; evvelce bütün bu bölgeye hâkim olan Berberi dilinin yerini, bizim zamanımızda, Arapça almış bulunuyordu. Bu sebeple bizim de, imparatorluğun son devrinde Trablusgarp vilâyeti halkının hâkim çoğunluğunu Arap olarak almamız doğrudur. Vilâyette Türkler ise, ancak Trablus, Bingazi gibi şehirlerde toplanmak üzere askerlerden, bir kısım memurlardan ve sürgünlerden ibaretti (1). Din olarak, birçok mezheplere ayrılmış olarak Müslümanlık hâkimdi.

 

Bu suretle ve imparatorluğun nüfus ve kavmiyetler, milliyetler bakımından buraya kadar verdiğimiz malzemeyi özetlersek, bu imparatorluğun son devrinde ve Berlin Antlaşmasından sonra, yani 1878-1908 arasında, şu manzarayla karşılaşırız (Yuvarlak rakamlarla) :

 

 

(1) Trablusgarp hakkında çeşitli eserler arasında, şunları hassaten işaret edebiliriz: Aziz Samih: Şimalî Afrika’da Türkler. 1936. İstanbul; Celâl Tevfik Karasapan: Libya. Ankara. 1960.

 

 

321

 

İmparatorluğun Irkî ve Demografik Durumu

 

Türk 12.500.000

Arap 6.000.000

Arnavut 700.000

Rum 2.000.000

Bulgar 700.000

Sırp 700.000

Ermeni 1.250.000

Kürt 1.250.000

____________

Toplam 25.100.000

 

Bu yuvarlatılmış rakamlara çeşitli ırklardan gelen ve Türkiye'de yaşayan yabancıları da içine almak üzere tahminen 400 bin kişi daha eklersek, umumî nüfusu 25.500.000 olarak buluruz ki, yerli ve yabancı kaynakların umumî tahminleri de zaten, 24-25 milyon civarındadır.

 

Daha önce de kaydettiğimiz gibi, bu nüfus ve kavmiyetler tablolarına, 1878 Berlin Antlaşmasından sonra da Osmanlı haritalarında, şeklen de olsa Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklar olarak gösterilen bölgeler dahil değildir. Burada ve ancak o devre ait bu durumu göstermek üzere bu bölgelerin de nüfus ve yüzölçümlerini bir arada verelim:

 

Mümtaz Eyaletler veya Şeklen, İmparatorluğa Bağlı Bölgeler

 

Memleketler, Kilometre kare, Nüfus

Şarkî Rumeli (Güney Bulgaristan) 32.594 1.099.000

Sisam Adası 464 55.000

Mısır 994.300 9.820.000

Bosna-Hersek 51.110 1.590.000

Girit 8.168 311.000

Kıbrıs 9.601 238.000

_________________

Toplam 1.096.237 13.093.000

 

Çeşitli kaynaklardan ve çeşitli yıllarda yapılan bu nüfus tahminlerini burada, tek ve belli bir yıla bağlayarak göstermek doğru olmayacağı için, ayrıca bir yıl tespitine gitmedik.

 

 

322

 

Ama genel olarak yukardaki durumu, meselâ 1900'de ve yaklaşık rakamlar olarak almak mümkündür.

 

Buraya kadar verdiğimiz özetlemeler bize, Osmanlı imparatorluğunun, halklar bakımından durumunu^ az çok aydınlatabilir. Ama bütün bu rakamların, resmî kayıtlar ve sayımlar yapılmayan ve sınırlarının çoğu, ancak haritada belirtilen bir imparatorluğa ait olduğunu unutmamamız gerektiğini, tekrar ve ayrıca hatırlatmalıyız.

 

* * *

 

İMPARATORLUKLAR TOPLUMU:

 

Yukarda özetlediğimiz konuya, yani Osmanlı imparatorluğunun demografik ve ırkî durumuna girerken, bu imparatorluğun millî bir devlet değil, bir halklar topluluğu olduğu gerçeğini tekrarlamıştık. Ama bu halin, yalnız Osmanlı devleti için değil, çağdaş bütün imparatorluklar için aynı manzarayı arzettiğini ve bu hususta bazı rakamlar vereceğimizi daha önce kaydetmiştik. Kaldı ki bu gerçek, yalnız çağdaş son imparatorluklar için değil, ta İlkçağda ve örneğin İran'dan, Roma' dan başlayarak, bütün imparatorluklar için de genel bir kanundur. Yani kısacası imparatorluk, sentetik bir devlettir. Birtakım ayrı ırktan, ayrı dilde, ayrı tarihî yollardan gelen çeşitli halkların, silâh gücüyle bir sınır içinde birleştirilmesidir. Eğer bu birleşmeyi yapan ve yöneten hâkim kavim, bu birliğe aynı zamanda üstün bir kültür getirebiliyorsa, o takdirde bir din veya kültür birliği, bu sentetik devleti, bu din veya kültürden örülmüş bir bağlayıcı dokuyle de yoğurabilir. Ve o zaman bu halklar sentetiği, bu din veya kültür birliği içinde, daha devamlı veya hayatiyetti bir tarihî devir yaşar.

 

Meselâ tarih içinde ve İslâmlığın yayılış devrinde Arap imparatorluğu, kısa bir devre de olsa, bu din birliğiyle, gerçi millî olmayan, ama dinî bir birliği, kendi hâkimiyet sahasına yayılabilmiştir. Meselâ İran'ın İslâmlaşması ve Orta Asya'dan gelen Oğuz Türklerinin de Islâmiyeti kabul etmeleriyle, dünya yüzünde ve büyük bir coğrafî alanda, aynı dinin hâkim olduğu geniş imparatorluk toprakları meydan almıştı. Arapların,

 

 

323

 

galiba millî karakterlerinden gelen bir zaafla, fethettikleri sahaların çoğu, hemen birkaç yüzyıl sonra, Araplardan, Müslüman Türklerin hâkimiyetine intikal etti. Meselâ Büyük Selçuklu devleti, sonra aynı ve başlıca dört Selçuk devleti ve nihayet Müslüman Osmanlı padişahlığı, bu Arapların başlattığı din birliğini yaşatabildiler. Ama ne de olsa, yani din birliği de bulunsa, bu devletler de ırklar bakımından sentetik devletlerdi. Ve işte Osmanlı devleti de bu sentetik ırklar toplumunun, son nümunelerinden biri oldu.

 

Ama işte bu safhadadır ki artık, imparatorluk, hatta din yolu ile de olsa, bütün temsil gücünü kaybetmiş bulunuyordu.

 

Biz şimdi burada ve daha derinlere inmeden, hem Osmanlı imparatorluğu ile çağdaş olan, hem bizimle en yakın ilişkiler kurmuş, mücadeleler yürütmüş bulunan iki imparatorluğun üzerinde kısaca durmalıyız. Bunları da, bizim yukarda ele aldığımız zamanki sınırları içinde, yani 1878-1908 arasında, nasıl karışık bir halklar topluluğu arzettiğini bazı rakamlar vererek kısaca belirtmeliyiz. Bu iki imparatorluk; Çarlık Rusyası ile, Orta Avrupa'da Avusturya-Macaristan imparatorluğudur...

 

Çarlık Rusyası ile biz daha aşağıda ve bilhassa Balkanlarda yürüttüğü Panislavizm, yani İslav birliği ve ırkçılığı cereyanı doîayısıyle ayrıca meşgul olacağız. Ama burada ele aldığımız konu, sadece bu iki imparatorluğun da, tıpkı Osmanlı devleti gibi karışık bir sentetik nitelik arzettiğini belirtmekten ibarettir.

 

Çarlık Rusyası, yahut Rus imparatorluğu, çok parçalı bir kavimler karışımıydı. Bu imparatorluk, iki kıtaya yayılmıştı: Avrupa ve Asya'ya. Onun için Ruslar, kendilerini bilhassa XIX. yüzyılda, bir Örazya devleti saymışlardır. Ve bundan daima, ruhî ve siyasî bir gurur duymuşlardır. Öyle denilebilir ki, Örazya kavramı, Çar Rusyasmın Avrupa ve Asya'daki devamlı siyasetinin de ideolojik bir temeli olmuştur. Ve bu temel, bambaşka bir halklar topluluğu olan ve adına hariçte daima söylendiği gibi, Sovyet İmparatorluğu dahi denilen, -

 

 

324

 

bugünkü Sovyetler Eirliği düzeninin de dünyaya bakışında, oldukça müessir olmuştur (1).

 

Evet, Çarlık Rusyası da bir sentetik devletti. Aşağıdaki rakamlar bu konuda bize, gereği kadar fikir verecek niteliktedir (2).

 

Berlin Antlaşması sıralarında Rusya’nın nüfusu 125-130 milyon arasında hesaplanıyordu. Ve o zaman Polonya ile Finlandiya ve şimdi de Sovyetler Birliği’ne dahil Baltık memleketleri (Estonya, Letonya, Litvanya) ile Anadolu’da Kars, Ardahan bölgeleri, Rus imparatorluğu topraklan içindeydi. Birinci Dünya Harbi öncesinde, meselâ 1913’te ise bu nüfus 165 milyona yaklaşmıştı. Ancak şunu da kaydedelim ki, şimdiki resmî Sovyet rakamları ile, eski Rus veya yabancı kaynakların eski Rusya hakkında verdiği nüfus rakamları arasında farklar vardır.

 

Meselâ şimdi neşrolunan ve 1913 ile de karşılaştırmalı olarak nüfus rakamlarım veren, Sovyetler Birliği’nin her alandaki 50 yıllık hareketlerini de rakamlayan bir eserde (3). 1913’te Rus imparatorluğunun nüfusu 159:200.000 olarak gösterilir.

 

Fakat burada bizim maksadımız böyle bir rakam tartışması olmayıp, Berlin Antlaşmasından sonraki Rus imparatorluğunun çeşitli ırk ve milliyetleri sınırlarında toplayan bir sentetik

 

 

(1) Sovyetler Birliği’nin ve her türlü hissi etkiler dışında gerçek düzenine ve bu arada Enver Paşa hareketleri dolayısıyle Orta Asya geopolitiğine biz, bu kitabın III. cildinde geniş ölçüde temas edeceğiz. Fakat burada ve şu kadarını kaydetmekle yetineceğiz ki, Sovyetler Birliği de elbette ki ve kendisini terkip eden ırklar-kavmiyetler bakımından bir sentetik devlettir. Ama bu devlet veya her zaman ifade edildiği gibi imparatorlukta, onu tarihin ve son çağın bütün imparatorluklarından ayıran bir «karakter tayin edici özellik» vardır. O da, Sovyet nizamının, Sovyetleştirilmiş geri ülkelere, kendi nizam ve ideolojisiyle beraber, aynı zamanda «tekniği» ve «kültürü» de götürmesi ve yerleştirilmesidir. Bu devlete ait meseleleri ve hele o birliğe dahil ırkdaş toplumların durumunu konuşur veya incelerken, bu «ayırıcı» faktörü önemle ele almalıdır.

 

(2) Bu rakamlar, Rus istitastikleri üe, Petersburg Coğrafya Cemiyetinin neşriyatına dayandırılmaktadır.

 

(3) Ansiklopediçeski Spravocnik: 1917-1968. Moskova. 1967.

 

 

325

 

devlet olduğunu ve bu bakımdan, gerek Osmanlı devleti, gerek diğer imparatorluklarla bir farkı olmadığını işaret etmektir. Bu kısa belirtmelerden sonra şimdi, eski çarlık Rusyası imparatorluğunun, etnolojik yapısını artık verebiliriz:

 

 

Berlin Antlaşmasından Sonraki Devrede ve Rusya’da Yaşayan Çeşitli Irklar

 

 

 

Yukardaki rakamların, evvelâ çok eski, sonra da her halde eksik olduklarına tekrar işaret etmeliyiz. Burada maksat, sadece çarlık Rusyasının da etnik parçalılığım belirtmekten ibaretti. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, İslav ve Panislavizm konusuna bu ciltte, ve Rus imparatorluğu, Sovyet nizamı ve Orta Asya geopolitiğine ise, II. ve III. ciltlerde ayrıca gireceğiz.

 

 

326

 

Rus-Türk savaşları konusu ise, II. cildimizde ayrıca yer alacaktır.

 

Avusturya-Macaristan imparatorluğuna gelince, bu devletin demografik ve ırklar yapısı hakkında, yalnız aşağıdaki rakamlar dahi gereği kadar bilgi verecek niteliktedir...

 

* * *

 

AVUSTURYA-MACARİSTAN İMPARATORLUĞU:

 

Avusturya-Macaristan imparatorluğu, Birinci Dünya Harbinden önce 50 milyona varan bir nüfus manzarası arzetmekle beraber, Berlin Antlaşmasından hemen sonra nüfus, daha azdı. Meselâ şu rakamları verelim:

 

Germenler 12.000.000

Islavlar 22.000.000

Macarlar 6.000.000

Romenler 4.000.000

Italyanlar 2.000.000

_________________

Toplam 46.000.000

 

Bu yekûna, Macar çingeneleri ile, müteferrik bazı etnik camiaları da eklemelidir. Fakat burada derhal şu görünür ki, imparatorlukta hâkim unsur şudur:

 

12.000.000 Cermen

6.000.000 Macar

 

yani, 18.000.000 nüfus, aslında ve aynı imparatorlukta yaşayan 22.000.000 İslavdan daha az görünmektedir. Gerçek, rakamlarda az çok farklar olsa da, bu merkezdeydi. Meselâ Rutenler, Slovaklar, Çekler, Slovenler, Hırvatlar, Sırplar ve Bosna-Hersek’in kısmen İslâm, kısmen Hıristiyan İslavları, hulâsa Cermen olmayan bu kavmiyetler imparatorlukta, hâkim ırklardan daha fazla bir yekûn arzediyordu.

 

Bu konuya da böylece değindikten sonra, şimdi bahsimizi tamamlayabiliriz. Ama bu bitişten önce, bir noktayı da kısaca belirtelim...

 

* * *

 

 

327

 

SALNAMELER (YILLIKLAR) :

 

İmparatorluğun, gerek İdarî taksimatının, gerekse imparatorluk sınırları içinde yaşayan halkların kavmî ve demografik durumunun, devletin resmî neşriyatında yer alması ve bizim bu bilgileri oralardan çıkarmamız, tabiî en doğrusuydu. Ama durum şudur:

 

Devlet gerçi her yıl bir resmî yıllık yayınlardı. Buna «Salnâme-i Devlet-i Osmaniye», yani, Osmanlı Devleti Resmî Yıllığı denirdi. Ama bu yıllıklarda devletin ne İktisadî durumunu, ne nüfus taksimatını ve kavmî vaziyetini, ne de diğer gerekli ve yararlı bilgileri bulmak mümkün değildi. Salnameler, o yıl devlet hizmetinde bulunan memurların isimleri, görevleri, taşıdıkları nişanlar gibi bilgileri, ayrı ayrı vilâyetler, ilçeler gibi taksimata göre gösterirdi.

 

Bunlardan 1294 (1878) salnamesine, salname edebiyatımızda «Mithat Paşa Salnamesi» diyebiliriz. Çünkü, onun zamanında derlenmişti. Nispeten bazı özellikler taşır. Çünkü bu salnamede, bütün vilâyetlerin, ayrıca ilçe yekûnları da ayrı ayrı gösterilmek üzere, bina ve nüfus sayıları verilmiştir. Bu salnameye göre, o zaman imparatorluğun vilâyetlerinde imparatorluğun nüfusu 25 milyon kadar olarak görünmektedir. Ama bu nüfusa Bulgaristan vilâyetleri dahildir. Mısır, Eflâk-Buğdan (Romanya), Tunus gibi mümtaz eyaletler nüfusu ise, bu yekûna dahil değildir.

 

Bundan başka, gene bu salnamede biz, imparatorluğun deniz kuvvetlerini, deniz teşkilâtını, kara kuvvetlerini, ordunun taksimatını, tersaneleri ve askerî sanayi tesislerini, askerî mekteplerin durumunu, hulâsa gizli olması gereken hususları, meselâ bir ordunun insan ve hayvan mevcutlarını, yardımcı askerî güçleri vesaireyi de bütün ayrıntıları ile görmekteyiz. Bu sayededir ki, Sultan II. Abdülhamit’e, Sultan Aziz’den geçen Donanmanın bütün birliklerini ve her birliğin top, silâh adetlerine kadar izleyebiliyoruz. Bütün bunların, Abdülhamit saltanatı devrinde ne hale geldiğini, nasıl çürütülüp bitirildiğini, daha önceki bahsimizde işlemiştik.

 

Bu nevi bilgilerden başka, Mithat Paşanın tertiplediği devlet bütçesi ile,

 

 

328

 

memleketin ithalât ve ihracatı ve gene Mithat Paşanın teşkil ettiği «Menâfi Sandıklarının, yani Ziraat Bankası esas nüvesinin, her vilâyetteki sermaye durumunu da, gene salnameden izleyebiliyoruz.

 

Bu salnamenin en başında da, daha sonraları da olduğu gibi, padişahın ilân ettiği Mithat Paşaya hitaben yazdığı «Meşrutiyet» Fermanı ile, o zaman kabul edilen «Kanun-u Esasi» metni, tam olarak verilmiştir. Fermanın başında padişah, Mithat Paşaya, «Vezir-i Meâlisemirim Mithat Paşa», yani, büyük vasıflı vezirim Mithat Paşa diye hitap eder. Mithat Paşanın sonraki salnamelerde, Mithat Paşanın ismi kaldırılacaktır. Kanun-u Esasi, her yıllıkta yayınlanacak, fakat bundan bahsetmek, en büyük suç olacaktır.

 

Bu salnameye dayanarak verdiğimiz nüfus yekûnu ile, bizim daha yukarda ve yabancı kaynaklara dayanan nüfus miktarını karşılaştırırken, salnameden alman yekûnun Berlin Antlaşmasından önce Balkanlarda sahibi bulunduğumuz vilâyetler, meselâ Bulgaristan’a, Sırbistan’a geçen yerler nüfusunu da içine aldığını tekrar belirtmeliyiz (1).

 

Bu noktaların da böylece işaret edilmesinden sonra, şimdi konumuza, diğer bir bahsi ele alarak devam edebiliriz. Bu bahis, imparatorluktaki nasyonalizm hareketleri, yani millî ayrılık çabalarıdır...

 

 

(1) İmparatorluğun 1908 ihtilâline girerken ve vilâyetler ayrıntıları ile yüzölçümü ve nüfus durumuna ait tabloyu, bu cildin sonunda ek olarak verdiğimizi daha önce bir dipyazıda kaydetmiştik. Bu noktayı burada tekrar hatırlatmak yararlı olacaktır.

 

[Previous] [Next]

[Back to Index]