Makedonya'dan Ortaasya'ya. Enver Paşa. I. cilt: 1860-1908

Şevket Süreyya Aydemir

 

BİRİNCİ KISIM

 

İttihat ve Terakki’nin Doğuşu: Dağınık Bir Cephe

 

Abdülhamit idaresine karşı mücadele

cephesi, hiç bir zaman birliğini bulamadı.

Savaş; dağınık, düzensiz, hatta

slogansızdı. Lider yoktu. Çarklar

birbirine çarpıyordu.

 

Ama şartlar, bu cephenin lehine gelişiyordu.

Ve şartlar gelişince ihtilâl, bir

gün elbette ki çanlarını çalacaktı...

 

 

V

  

 

İKİ NESLİ BAĞLAYAN HALKA:

 

Birinci Meşrutiyetten İkinci Meşrutiyete çıkan yol, çetindir, arızalıdır. Güç şartlar içinde ilerler. Birinci Meşrutiyet neslinin dağılışı, Avrupa’ya kaçışlar, Mithat Paşa gibi az yetişen bir önderin boğduruluşu, onu izleyen hasta rejim, yani Abdülhamit istibdadı, bu yolun başlıca arızalandır. Ama ne var ki, zamanımızın popüler şarkısında ifade edildiği gibi, «Bir emel yolcusu yorulmaz, Dağlan aşar gider...» sözleri de doğrudur. Ve her devirde, düşünen bazı insanların bulunduğu her toplumda, mutlaka birtakım emel yolcuları da belirir. Toplumun akışına yön tayin eden yolcular, işte bunlardır.

 

Gerçi Tanzimatın ve genellikle Türkiye’nin mütefekkir (düşünür) yetiştirmediği bir gerçektir. Meselâ bizde, çarlık Rusyasında olduğu gibi, üstün ve önder bilginlerin, şairlerin, sanatkârların ve teorisyenlerin doğmadığı, bir tarihî hakikattir. Bu kısırlığın, daha önce de değindiğimiz sebepleri üzerinde çeşitli yönlerden durulabilir. Fakat bu konunun işlenmesinin yeri bu kitap değildir. Biz burada sadece olanı ve gerçeği belirterek, esas mevzuumuza devam edeceğiz. Konunun bu bahiste işlenecek parçası ise, bir ihtilâl kadrosunun hazırlanışıdır. Ama gelişmelere, gene biraz gerilere dönerek göz atacağız...

 

Genç Osmanlılar, Abdülhamit’e karşı ilk ve başarısız çıkışlardan sonra, artık birbirlerinden ayrılırlar. Şu anlamda ki, 1860’lardan gelen Genç Osmanlılar nesli, yapacağını yapmış, kahramanlarını vermiş, ömürsüz bile olsa, Birinci Meşrutiyet şeklindeki zaferi kaydetmişti. Gelecek için yeni ümitlerin tohumlarını saçmıştı. Abdülhamit istibdadı bile bu tohumların er geç filizlenmesine engel olamayacaktı. Yeni çileler çekilecek,

 

 

158

 

yeni kurbanlar verilecekti. Ama Birinci Meşrutiyet önderlerinin getirdiği kavramlar ve idealler için çarpışacak yeni Genç Türkler nesli, er geç muzaffer olacaktı. Bu kavramların en başında vatan fikri ve heyecanı vardır. Bu fikir ve heyecan, Namık Kemal’in şiirleri ve eserleriyle yaydığı ölmez, yenilmez mücadele bayrakları olacaktır. Sonra Mithat Paşanın işlediği ve kendisi görmemiş olsa bile, bir süre bayrağı dalgalanmış olan Meşrutiyet nizamı ve Meclisi Mebusan ideali, Genç Türkleri de sürükleyecektir. Nitekim Genç Osmanlıları takip eden Genç Türkler ve ittihat ve Terakki savaşçıları, kendilerine bu ilkeleri bayrak yaptılar. Meselâ bir gün İkinci Meşrutiyetin öncüleri ve muharipleri olacak olan Enver Paşalar, Mustafa Kemaller, Ali Fuatlar, Fethi Beyler, ismet Beyler, Karabekirler ve asker, sivil çağdaşları, her köşesinde bir Abdülhamit hafiyesinin gözleri parlayan Askerî idadilerinin, Harbiyenin, Kurmay Okulunun, Tıbbiyenin, Mülkiyenin ve diğer mekteplerin kapalı duvarları içinde, bu ülküyü teneffüs ettiler. Bu bayraklarla mücadeleye hazırlandılar. Sürgünlerde, zindanlarda, Afrika ve Fizan çöllerindeki genç idealistler, bu sloganlarla beslendiler. Kuvvet ve ümit kazandılar.

 

Böylece, bizim Meşrutiyet mücadeleleri tarihimizde, zaafları ve kuvvetleri ile, iki neslin hissesi vardır: Genç veya Yeni Osmanlılarla, Genç Türkler. Gerçi Avrupa siyasî edebiyatında bu iki neslin ikisine de Genç Türklen denilir. Ama gerek şahsiyetleri ve önderleri, gerek yetişme ve mücadele usulleri ile birbirlerinden farklı olan bu iki kuşak, bizde, birbirlerinden ayırt edilerek ele alınmışlardır. Ama gene de bu iki nesli birleştiren bir halka var. Ve bu halka, adsız bir mücahiftir: Ali Şefkatî Bey...

 

Şimdi Ali Şefkatî Beyin şahsında ve hatırasında biz, İkinci. Meşrutiyete varan mücadelelerin akışına girebiliriz. Gerçi 1878’den sonra henüz hayatta bir Mithat Paşa vardı. Ve onun çabaları da, çileleri de henüz bitmemişti. Ama onun hayatı bir süre sonra, 1884’te, bir zindanda boğdurularak sona erecektir. Bu dram üzerinde gereği kadar durduğumuz için, şimdi başka bir şahsiyeti,

 

 

159

 

Ali Şefkatî Bey

 

 

160

 

iki nesil arasında bir köprü, bir birleştirici halka olan Ali Şefkatî Beyi hatırlatmak istiyoruz.

 

Ali Şefkatî Bey, Devlet Şûrası yüksek memurlarmdandı. Skalyeri-Aziz Bey kombinezonuna dahildi. Bu teşebbüs meydana çıkıp Avrupa'ya kaçabildikten sonra da, hayatının sonuna kadar Abdülhamit'e karşı mücadelesini yürüttü. Gıyaben 12 seneye mahkûm olmuştu. Evvelâ Napoli'de İstikbal isimli bir gazete ile hürriyet mücadelesini inançla sürdürdü. Bunun üzerine, gene gıyaben ve Cinayet Mahkemesi kararıyle bu sefer, 16 haziran 1881’de müebbet sürgüne mahkûm edildL Ama Ali Şefkatî, mücadelesinde yılmadı. Hayatı sefalet içinde geçti. Ve gene sefalet içinde Paris'te, 1896'da öldü. Genç Türklerin o sırada Cenevre'de çıkan Osmanlı gazetesi bu vesileyle yayınladığı bir makalede, Ali Şefkatî için şöyle yazmaktadır:

 

«Cenevre'ye gelerek, hürriyetperver neşriyatı ile, mücadelelerimizin bugünkü semerelerinin fverimlerinin) tohumunu, Ali Şefkatî bu diyarda atmıştır.»

 

Bu hak tanıyıcı görüş doğrudur. Ali Şefkatî, Genç Osmanlılar neslinden Genç Türkler nesline ve mücadelesine; vatanseverliğin ve hürriyet aşkının ateşini ulaştırdı. Bu tohumlar, Genç Türkler mücadelesinde filizlendiler. Mahsullerini verdiler. O, en ümitsiz bir hava içinde dahi ve henüz Genç Türkler örgütü ortada yokken Avrupa'da, Abdülhamit istibdadına karşı hürriyetin bayrağını tek başına açtı. Onu sonuna kadar savundu. Ali Şefkatî, bizim yakın tarihimizde, idealizmin ve kudrete karşı baş eğmemenin isimsiz, fakat kahraman bir misalidir. Milletlerin inkılâplar tarihi ise, ancak bu adsız kahramanların çileleriyle yoğrulur.

 

* * *

 

İTTİHAT VE TERAKKİ NİN DOĞUŞU:

 

İkinci Meşrutiyet, aksiyon itibariyle İttihat ve Terakki'nin eseridir denilebilir. İttihat ve Terakki, 1878'de kesilen Meşrutiyet hareketinin, içeride ve dışarıda takipçisi, devamcısı, sözcüsü oldu. Ve ona 1908 temmuzunda, yeniden doğuş zaferini yaşattı. Bu sebeple İttihat ve Terakki, arada kopuntular olmakla beraber,

 

 

161

 

bizde Meşrutiyetçiliğin devamlı mücadele v, örgütlenme hareketinin temsilcisidir diyebiliriz. Bu mücade lenin kendi sahasında icracısı olarak ortaya çıkacak olan Gen» Türklerin ve bunların Makedonya’daki askerî icra kolunun, bı arada, hürriyet kahramanı Enver Beyin hikâyesine geçmeder önce, İkinci Meşrutiyete çıkan yolu ve bu yolculuğun ana safhalarını izlemek şarttır.

 

Gerçi İkinci Abdülhamit 1878’de Meclisi Mebusan’ı kapatmıştı. Meşrutiyet rejimini durdurmuştu. Ama daha önce de temas ettiğimiz gibi, Kanun-u Esasî’yi (Anayasa) resmen feshetmiş, hükümsüz kılmış değildi. Bu kanun, her sene devlet yıllığının başında basılmaya devam ediyordu (1). Yani Abdülhamit’e göre Meşrutiyet ve Kanun-u Esasî yürürlükteydi. Ama ondan bahsetmek, Meşrutiyetin ve Kanun-u Esasî’nin sözünü anmak yasaktı. Onun için çalışmak, en büyük suçtu. Meşrutiyet rejiminin temel müesseseleri olan Meclisler (Parlamento) yoktu. Bunlar, 30 sene 6 ay kapalı kaldı. Bu hal elbette ki bazı reaksiyonları davet edecekti. Bu reaksiyonların başında, elbette ki gizli mücadele ve gizli örgütlenmeler gelecekti. Nitekim öyle oldu. Aşağıda göreceğimiz çeşitli parçalanmalara, kopuntulara, zaaflara rağmen, bu gizli mücadele hareketinin başta gelen teşkilâtçısı, devamcısı, İttihat ve Terakki Cemiyetedir. Bu cemiyet, faaliyetini hem yurt içinde, hem yurt dışında yürüttü. Önderler verdi. Mücahitler, kurbanlar verdi. Ve bu önder kadro, kendi içinde parçalanmak, boğuşmakla beraber, daima zinde kalan bazı şahsiyetler, kişiler, güçler buldu. Fikri sürdürdü. Hareketi devam ettirdi. Hedef; Abdülhamit despotizmini (istibdadını) yıkmak ve Meşrutiyeti iade etmekti.

 

Eğer Abdülhamit, müstebit bir hükümdar olmakla beraber, memlekette, eğitimi, sanatı, yolları, limanları, deniz seferlerini, iç ve dış ticareti ve mümkün olduğu kadar sanayileşmeyi, malî cihazlanmayı anlayan, teşvik eden bir kimse olsaydı, Meşrutiyete bir gün gene ulaşılmakla beraber, Türkiye çağdaş yolda iyi kötü ilerlerdi. Meselâ Rusya çarlığında ve istibdadın bütün şiddetine,

 

 

(1) Kanunun tamamı, bu cildimizde Ek olarak verilmiştir.

 

 

162

 

kanlı olaylara rağmen bu böyle olmuştur. Gerçi orada kapitülasyonlar yoktu. Ama kapitülasyonlara rağmen de bir şeyler yapılabilirdi.

 

Halbuki II. Abdülhamit, sarayında gösteriş kitaplıklar kurmayı ve bunları göstermeyi başarmakla beraber, aşırı derecede cahil, hayatında tek kitap okumamış, polis romanlarından başka kitap dinlemeyen, çağın akımlarından habersiz, sarayının dört duvarı arasında mahpus, vehimli, ruh hastası, sızıltıya meydan vermeden günü gün etmekle uğraşan bir insandı. Bunun için de, memleketin hızla çöküşü, hızla son çöküntüye doğru gidişi, onun idaresine karşı reaksiyonları tahrik etti. İşte bu reaksiyonların başında, İttihat ve Terakkinin doğuşu ve örgütlenmesi gelir.

 

İttihat ve Terakkinin doğuşu hikâyesi, hem basit, hem karışıktır. Daha doğrusu Abdülhamit'e karşı reaksiyon, direniş ve örgütlenme, hiç bir zaman tam, bütün, otoriter ve birlik bir teşkilât haline gelmedi. Ama mücadeleye karışanlar, oldukça çoktur. Biz burada bu gelişmeleri, ana hatları ile özetlemeye ve safhalandırmaya çalışacağız.

 

1889'da ve evvelâ İstanbul Tıbbiyesinde doğan (1) küçük, gizli bir öğrenci grubu, daha sonra, hepsi de gizli yollardan diğer İstanbul yüksek mekteplerine ve Rumeli'ye dal budak saldı. Bu teşekkülle aynı zamanda Avrupa'da beliren aynı çeşit hareket ve örgütlenme çabaları ile bağlantı kurabildi. Böylece, evvelâ başka namlar almakla beraber, İttihat ve Terakkinin ilk çekirdeği, İstanbul Tıbbiyesi'ndeki bir küçük gruptur. Bu kuruluş ve sonra Avrupa'daki elemanlarla temaslar üzerinde çeşitli bilgileri, rahmetli Ahmet Bedevi Kuran, evvelâ 1948’de çıkan ve daha küçük hacimli «İttihat ve Terakki» isimli eserinde, sonra da devamlı çalışma ve araştırmaları ile 1959' da «Türkiye'de İnkılâp Hareketleri» isimli (2) araştırma kitabında toplamıştır. Bu suretle, yakın tarihimize, önemli hizmetini katmıştır.

 

 

(1) O zaman Askerî Tıbbiye Mektebi Sirkeci’de bulunuyordu.

 

(2) Ahmet Bedevi Kuran, kendi hayat hikâyesini Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücadelesi isimli eserinde vermiştir. Gerek bu esere. gerek tamamlayıcı araştırmalarımıza göre, A. B. Kuran, 1300 (1884) yılında, Trabzon’da doğdu. Babası Mehmet Nuri Bey, orada subay olarak hizmetteydi. Annesi Âbide Hanımdı. Ailenin asıl yurdu, Ege bölgesinde Kula kasabasıydı. İlk öğrenimini Kula’da yaptı. Sonra Harbiye’ye geçti. Çok çalışkan, ileri, atılgan bir öğrenciydi. İlk siyasî hareketlere orada karıştı. Ve Harbiye’de bir «Askerî ihtilâl Cemiyeti» kurdu (yıl 1903). Yüksek mekteplerde kurulan gizli «Cemiyet-i înkılâbiye» ile ilişkilere girişti. Fakat bir ihbar sonunda 7-8 arkadaşı ile yakalandı. Tophane zindanına atıldı. Askerî Mahkemeye verildi. İdama mahkûm edildi. Ancak 1908’de Hürriyetin ilânı ile serbest bırakıldı. Harbiye’ye döndü. Gene bütün hareketlere karıştı. Bu sefer de İttihat ve Terakki ile çatıştı. Yeniden tevkif edildi. Hapse konuldu. Ama mahkûm olmadı. Gene okula döndü. 31 Mart 1909 olaylarında, okulun son sınıfındaydı. Ama gene tevkif edildi. Ve mahkûm oldu. Mısır’a kaçtı. Fas’a ve nihayet Fransa’ya geçti. Prens Sabahaddin Bey grubuna katıldı. Bir aralık İstanbul’da iktidar, Muhalefet Fırkası’na geçince, Türkiye’ye döndü. Ama Babıâli baskınından sonra gene tevkif edildi. Bir daha müebbet hapse mahkûm oldu. Önce Bodrum, sonra Sinop kalelerine gönderildi. Sinop’tan Sivastopol’a kaçtı. Oradan Paris’e gitti. Savaşın sonuna kadar Avrupa’da kaldı. Mütarekede Gebze kaymakamlığına tayin edildi. Orada Anadolu için çalıştı. Zaferden sonra Ankara’ya geldi. Orada yerleşti.

 

 

163

 

Eserin şu veya bu noktası üzerinde tartışmalar yapılabilir. Fakat, genel olarak bu araştırma ve çalışmalar değerlerini daima muhafaza edecektir. Gerek diğer kaynakları, gerek A. B. Kuran'm eserini ele alarak, İttihat ve Terakki'nin doğuşunu şöyle özetleyebiliriz:

 

Bu vadide ilk önemli grubun, İstanbul Tıbbiyesi'nde kurulduğunu şüphe götürmez bir gerçek olarak tekrarlamalıyız. Kurucu öğrenciler şöyle bilinmektedir: Makedonya'dan Ohrili İbrahim Temo (1), Arapgirli Abdüllah Cevdet (2), Diyarbakırlı

 

 

(1) İbrahim Temo, doktor. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakkiden çabuk koptu. Mecliste mebustu. Fakat ayrı bir parti kurdu. Ahrâr Partisi. Sonraları memleketi terketi. Romanya’ya gitti ve orada senatörlüğe kadar yükseldi. İttihat ve Terakki’nin kuruluşu ve tarihi hakkında tek eser yazan bu zattır. Değerli bir aydındı. Fırkadan ayrılışı, İttihat ve Terakki için büyük kayıp oldu.

 

(2) Arapgirli Abdullah Cevdet bir aralık Trablus’a sürüldü. Meşrutiyetten sonra Mısır’dan İstanbul’a döndü. Fakat cemiyetle üişkisini sürdüremedi. Ama kuvvetli bir şair ve iyi bir yazar olarak hür fikri ve aydın cereyanları memlekette savundu.

 

 

164

 

Ishak Sükûtî (1), Kafkasyalı Mehmet Reşit (2), Azerbaycanlı (Bâkulu) Hüseyinzade Ali (3). Bunlardan başka Konyalı Hikmet Emin ve İsmail İbrahim Efendilerin de ilk kuruculardan oldukları kesin olmayarak kaydedilir.

 

Cemiyetin kuruluşu, Tıbbiye bahçesinde ve Tıbbiyenın mutfak ve hamamları için odun yığınlarının bulunduğu kuytu, göze çarpmayan bir yerde kararlaştırılır. Ve bu cemiyete bir isim de aranır. Bulunan isim şudur: Ittihad-ı Osmanî, yani Osmanlı Birliği Cemiyeti. Toplantı tarihi 21 mayus 1889.

 

Bu tarihe dikkati çekmeliyiz. 1789, çağdaş fikir ve aksiyon gelişmelerinin, ilk bayrağını yücelten Fransız Büyük ihtilâlinin patladığı yıldır. 1889 da, bu ihtilâlin, ilk yüz yıllık dönemidir. O yıl Paris'te, 1789 ihtilâlinin hatırasına, büyük törenler yapılmış, sergiler açılmış ve uygar dünya, bu yıldönümünün yankıları ile çalkanmıştır.

 

Demek ki bu hava içinde Paris'te de, ihtilâlci bir Osmanlı örgütünün doğuşu, gene bu ve herhalde birkaç genç öğrencinin, kendi aralarında böyle bir çekirdek yaratmaları, aslında, Fransız Büyük îhtilâli'nin fikir zeminine ve hatıralarına bağlı hareketler olarak alınabilirler.

 

Tıbbiye'deki bu ihzari sayılabilecek toplantıdan sonra, Edirnekapı haricinde înciraltı mevkiinde (4) daha etraflı bir toplantı yapılmış ve cemiyetin kuruluşu, bu suretle kesinleşmiştir.

 

 

(1) Genç yaşta öldü.

 

(2) Bu zat, Meşrutiyetten sonra ittihat ve Terakki’nin gözde elemanlarından oldu. Birinci Dünya Harbi’nde son vazifesi Diyarbakır valiliği idi. Mütarekede, Ermeni tehciri işleri yüzünden aranıyordu. Beşiktaş haricinde görüldü. Etrafı çevrildi. Ve tutulmamak için intihar etti.

 

(3) Bâkulu Hüseyinzade Ali, değerli ve aydın bir ilim adamıydı. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki Merkezi Umumi Azası olarak kaldı. Göze çarpmaktan çekinen sakin bir hayat yaşadı. Cumhuriyet devrinde bir aralık ve Atatürk’e suikast davasında, diğer bazı İttihatçılarla beraber tevkif edildi. Fakat beraat etti. Bu türlü tertiplere karışacak adam değildi.

 

(4) Bu mevki, eski Mithat Paşa Çiftliği arazisi dahilinde bulunuyordu. Burada toplanan gençler, giriştikleri teşebbüsle, Mithat Paşanın hatırası arasında belki de bir bağlantı kurmak istediler.

 

 

165

 

Orada cemiyete, gene Tıbbiye’den Trabzonlu Abdülkerim Sebatî, Üsküdarlı Şerafettin Mağmumî (1), İstanbullu Âsaf Derviş (2), Bosnalı Ali Rüştü, genç ve ihtilâlci vatanseverler olarak katılmışlardı. Bu toplantıda Ali Rüştü, cemiyete reis olarak seçildi. Şerafettin Mağmumî kâtip, Âsaf Derviş de veznedar olacaklardı.

 

Ondan sonradır ki, cemiyete dışarıdan katılanlar olmaya başlar. Meselâ İzmirli Ubeydullah Efendi (Hoca ve sonra mebus), Saadet gazetesi başyazarı Ali Şefik Bey, Arnavutluk'tan Necip Drağâ Bey (Sonra mebus), Giritli Muharrem, Kosovalı İbrahim (3), taşrada Edirneli Talât (4). Beyler bu arada hatırlanmaktadır.

 

Kuruculardan Abdullah Cevdet Bey, mektebi bitirdikten sonra Diyarbakır’a doktor olarak tayin olunmuş ve orada Ziya Beyi (Ziya Gökalp) de bu cereyana katmıştı. Ziya Bey tahsil için İstanbul’a geldiği zaman (Veteriner Mektebi talebesi) kuruculardan İbrahim Temo ile İshak Sükûtî tarafından yemin merasimine tabi tutularak, cemiyetin aslî üyesi oldu.

 

Yukardan beri anlatılan çabalar, cemiyetin dahildeki ilk nüvesini, çekirdeğini meydana getirir. Fakat bu sıralarda Avrupa’da da bir başka şekilleşme başlıyordu. Bu şekilleşme, Paris’te ve Meşrutiyetin ilânından sonra Meclisi Mebusan reisi olan Ahmet Rıza Beyin etrafında belirdi.

 

* * *

 

HAZİN BÎR İLGİSİZLİK:

 

İstanbul’da îttihad-ı Osmanî grubunu veya cemiyetini kuranlardan yalnız İbrahim Temo hatıra yayınlamıştır.

 

 

(1) Şerafettin Mağmûmi, 1908 ihtilâlinden önce Mısır’da yaşıyordu. Orada ve genç yaşında öldü.

 

(2) Âsaf Derviş, daha sonra İstanbul’da ünlü doktor oldu. Ve daima İttihat ve Terakki’ye bağlı kaldı.

 

(3) Bu zata, İpekli İbrahim de denilir. Sarıklı hocaydı. Seciye sahibi, gerçek bir ihtilâlciydi. Bilhassa Edirne’de askerler arasında çalıştı. Talât Beyin cemiyete girişinde müessir oldu.

 

(4) Talât Bey, Edirne’de bir posta memuruydu. Cemiyete orada girdi. Sonra hapse mâhkûm oldu. Nihayet Selânik’te yaşamasına müsaade edildi. Sadrazam Talât Paşa bu zattır. Hayat hikâyesi daha ileride işlenecektir.

 

 

166

 

Bu eser «İttihat ve Terakki Cemiyetinin Teşekkülü ve Vatanî Hizmetleri» adını taşır. 303 sayfa tutar ve 1939’da Romanya’nın Mecidiye şehrinde basılmıştır. Kaldı ki İbrahim Temo’nun bundan başka olarak yakın tarihimizin bu devresiyle ilgili değerli notları, belgeleri ve hatıraları olduğunu da biliyoruz. Bu belge ve hatıralar, Romanya cumhuriyeti tarih ve arşivine geçmişken, Arnavutluk Halk Hükümeti, bunların kendilerine teslimini istemiş ve Romanya buna muvafakat etmiştir. Her halde birer suretini de alarak," bu evrakı ve belgeleri Arnavutlukla teslim etmiştir. Yani, aslen Makedonya’da Ohrili olan İbrahim Temo’yu Arnavutluk, kendi yetiştirdiği tarihî şahsiyetlerden saymıştır. Belgeler henüz Romanya emrindeyken, bunların birer kopyalarının aldırılması ve millî arşivimize intikali için Hariciye Vekâletimiz nezdinde, tarihle ilgilenenlerin yaptıkları ısrarlı müracaatlar, bu Vekâlette maalesef bir yankı bulmamıştır. İlgisizlik hükmünü yürütmüş ve millî arşivimiz, asıl Türkiye’yi alâkadar eden bu tarihî hâzineden yoksun kalmıştır. Halbuki ve anlaşıldığına göre Romanya hükümeti, bunların hatta olduğu gibi Türkiye’ye devrine muvafakat ediyordu...

 

İttihatçılar arasında İbrahim Temo’dan başka hatıra yazanlar olmadığını kaydetmiştik (1).

 

 

(1) Bu arada, 1908 «Hürriyet Kahramanlarından Niyazi Beyin» 23 temmuz 1908'de, yani Hürriyetin ilânından hemen sonra yazıp, 8 eylül 1908’de İttihat ve Terakkinin Manastır Merkez Heyeti tarafından da onaylanan ve doğruluğu bir protokolle tasdik edilen Hatırat-ı Niyazi isimli eserini, özel bir takdirle ayrıca kaydetmek icap eder. 1908 ihtilâlinin bu feragatli ve faziletli kahramanı, bu eseriyle bize, Rumeli’de ihtilâlden önceik günlerin havasını, en açık ve samimî şekilde aksettirir.

 

Gerçi diğer Hürriyet Kahramanı Enver Bey de (Paşa) aynı tarzda bir hatıra yazısına, aynı günlerde başlamıştı. Fakat bugün ancak 40 sayfa kadar müsveddeleri bilinen bu hatıra, maalesef tamamlanmamış ve yayınlanmamıştır. Gene bu arada, Selânik merkezi kurucularından yüzbaşı Kâzım Nami (Duru) Beyin son yıllarda yayınladığı İttihat ve Terakki Hatıralarım isimli bir broşürü vardır. Fakat kendisi ile konuşmalarımızda da ifade ettiği gibi, merhumun çok yaşlılık zamanında yazılan bu broşürde bazı kronoloji hataları bulunur.

 

 

167

 

Bu neticede, bizzat Ittihat ve Terakki Cemiyetinin bir kongre kararı da ayrıca müessir olmuştur. Cemiyetin, Meşrutiyetin ilânından sonra 1908’de Selânik'te toplanan Birinci Kongresi, olaylara katılan İttihatçıların hatıralarını yazmamalarını ve bu işin tarihçesinin, seçilecek yetkili bir heyet seçilmemiş ve İttihat ve Terakkinin resmî tarihi demek olan eser de hiç bir zaman kaleme alınmamıştır. Zaten İttihat ve Terakki liderlerinin yazıya, esere, vesikaya ve tarihe karşı olan ilgisizliği, hiç bir ihtilâl teşekkülünde görülmüş olmasa gerektir. Nitekim bu cümleden olarak; 1908-1918 arasındaki İttihat ve Terakki* devresine ait ve çeşitli kaynaklardan bazı belge derlenebildiği halde, cemiyetin merkezi umumisinin bu 10 yıl içindeki faaliyetlerine, muhaberelerine, kayıtlarına, hesaplarına dair tek vesika, henüz bulunmuş ve millî arşive intikal etmiş değildir (1). Böyle bir netice, bir fırka veya partinin değil, ancak gizli bir komitenin tutum ve davranışlarına uyar. Zaten ve ileride işaret edeceğimiz gibi, ittihat ve Terakki, bu komitecilik ruhundan ve tutukluğundan, iktidarının en güçlü yıllarında bile maalesef kurtulamadı. Bugün bazı yazarların kaleminde ittihat ve Terakki devri, kapalı bir komiteciliğin hikâyesi olarak almıyorsa, bundan sorumlu olanların bizzat ittihat ve Terakki yöneticileri olduğunu ifade etmekte, bir hata olmasa gerektir...

 

* * *

 

PARİS’TEKİ GRUP:

 

1889’da İstanbul'da bazı Tıbbiyeli gençlerin kurduğu ve yavaş yavaş çerçevesini genişletmeye çalıştıkları, bir süre sonra da Mülkiye Mektebine,

 

 

(1) İittihat ve Terakki’nin en az 10 yıllık merkezi umumî evrak ve arşivinin akıbeti bugün ısrarla araştırılan ve çözümlenmeye çalışılan bir meçhuldür. Genel kanaat bu evrak ve arşivin, Birin-, ci Dünya Harbi sonunda Osmanlı devleti yenilip ittihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri de memleket dışına çıkmaya mecbur kaldıkları sırada yakıldığı, imha edildiği merkezindedir. Buna ait bazı hatıralar da dinlenilmiştir. Fakat gerçeğin ne olduğu hakkında henüz kesin bir kanaate ulaşılmış değildir. Yalnız ittihat ve Terakki’nin son safhada ve Teceddüt Fırkası’nda çevrilmesi safhasına ait vesika ve protokoller son günlerde bulunmuştur.

 

 

168

 

hatta Harbiye'ye sıçrayan îttihad-ı Osmanî Cemiyeti'nin geliştiği sıralarda, Paris'te diğer benzeri bir hareketin şekilleştiğini görüyoruz. Kısa zamanda İstanbul'a bağlanacak ve bir arada «Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti» ne vücut verecek olan bu hareketin başında, bir aksiyon ada» mı olmayan, fakat aydın bir zatın ismi ve siması görünür. Bu zat, Ahmet Rıza Beydir. Meşrutiyetin ilânından bir süre sonra İstanbul'a gelen ve 1919 yılma kadar Meclisi Mebusan ve bir aralık Ayan reisliklerinde bulunmakla beraber, İttihat ve Terakki Merkezî Umumîsinin dışında kalan ve varlığını sessizce yürüten Ahmet Rıza Bey hakkında biraz bilgi vermek faydalı olur.

 

Ahmet Rıza Bey İstanbul'da doğdu. Galiba İngilizce bildiği için İngiliz Ali Bey olarak anılan bir zatın oğluydu. Annesi de AvusturyalIydı. Ali Bey, Birinci Meşrutiyette Ayan Meclisi (Senato) üyesiydi. Meclisler dağıldıktan sonraki vazifesini bilmiyoruz. Ama Abdülhamit tarafından Konya vilâyetine sürgün edildiğine göre, Hürriyet ve Meşrutiyet fikirleriyle yoğrulmuş bir insan olduğu anlaşılır. Nitekim gene sürgünde ve Ilgm'da öldü. Oğlunun, onun etkisi altında kalmış olması tabiîdir. Ahmet Rıza, Galatasaray Lisesi'nde okudu. Aile ve tahsil çevresi itibariyle, Şarklı olmayan, Şark havası esmeyen bir muhitte yetişti. Galatasaray'dan sonra Fransa'da Griyyon'da ziraat tahsil etti. Bu tahsilin son kademelerinde babası henüz sürgünde bulunuyordu. Avrupa'dan dönünce Konya'ya gitti. Bir süre sonra Bursa îdadisi (Lise) daha sonra Bursa Maarif Müdürü oldu. Bu sıralarda Bursa’da çıkan Nilüfer gazetesine önemsiz yazılar da yazıyordu. Meselâ padişahın cülus (tahta çıkışı) yıldönümlerinde veya benzeri günlerde, o zamanın icabı olan ruhsuz yazıları bu arada sayılır. Fakat Ahmet Rıza Beyin gözü gene Avrupa’daydı. Nihayet Fransız îhtilâli'nin yüzüncü yıldönümü münasebetiyle 1889'da açılan ünlü sergiyi görmek vesilesiyle Maarif Nazın Münif Paşadan, Paris'e seyahat iznini koparabildi. İşte bu suretledir ki Ahmet Rıza Bey, Paris'e gitti ve Meşrutiyetin ilânı yılma kadar orada kaldı. Kendini Meşrutiyet mücadelelerine verdi. O sıralardadır ki, İstanbul’da kurulan

 

 

169

 

Ahmet Rıza Bey

 

 

170

 

îttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ne paralel bir merkez, Paris’te de meydana gelmiş oluyordu. Ahmet Rıza Beyin bu teşekküle bulduğu isim veya sembol, p$k ziyade takdir ettiği Filozof Auguste Comte’un Pozitivizm (Müspetçilik) mesleğinden ilham alarak «Ordre et Progres»di. Daha sonra ve İstanbul’ daki gençler grubu ile ilişkiler kurulunca, gençler bu ismi «Union et Progrès», yani İttihat ve Terakki şekline soktular. İttihat ve Terakki adı böylece yerleşti. İki merkez arasında yapılan temas ve muhaberelerden sonra, İstanbul’daki Ittihad-ı Osmanî adı kaldırılarak, her iki grup, İttihat ve Terakki adı ve bayrağı altında birleştiler. Bu arada Paris merkezi, İstanbul’un bir şubesi sayıldı. Bu şeklî durum, yapılan ihbarlar sonunda İstanbul grubunun gücünü kaybedip dağılmasına ve İstanbul üyelerinin bir kısmı mahkûm olarak sürgüne gönderilmelerine, diğerlerinin de yurt dışına kaçmalarına kadar devam etti. Ondan sonra Paris ve Ahmet Rıza, teşkilâtın fiilen merkezi ve önderi olarak tanındı.

 

İstanbul merkezi ile Paris teşkilâtı arasında ilk temas, İstanbul grubundan Avrupa’ya kaçırılmaları sağlanan Tıbbiyeli gençler tarafından kuruldu. Siyasî sebeplerle İstanbul Tıbbiyesi’nden çıkarılan Ahmet Verdanî (Mısırlı), Nazım (Dr. Nazım) , İsmail Zühtü Efendiler Paris’te Ahmet Rıza Beyle bu konuda temasa geçtiler ve müşterek çalışma kararı sağladılar. İttihat ve Terakki adı bu temaslar ve istişareler sonunda kabul edildi. Ahmet Rıza Bey reis olmak suretiyle Paris idare merkezi şöyle teşekkül ediyordu: Ahmet Rıza Bey, Prens Mehmet Ali Paşa (Genç Osmanlıları koruyan Prens Mustafa Fazıl Paşanın oğlu), Recep, Fuat (Meşrutiyette Karagöz gazetesi sahibi), Dr. Nihat, Dr. Nazım (Meşrutiyette İttihat ve Terakki İstanbul Umumî Merkez Heyeti üyesi. Cumhuriyette idam edildi), Bahattin Şakir (keza, aynı vaziyette. Mütareke sırasında Almanya’da Ermeniler tarafından öldürüldü), Sami Paşazade Sezai (Edebiyatçı), Alber Fau.

 

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, İstanbul merkezi, bir ihbar neticesinde ilk tevkifata uğradı. Şefik Ali, Bahtiyar, Abdullah Cevdet (kuruculardan), Mehmet Reşit (keza), Rıza Servet,

 

 

171

 

Şerafettin Mağmumî (kuruculardan), Mikael Osep, Tekirdağlı Mehmet, Nakiddin Celâl Efendiler, Ferik Avni Paşa Divanıharbine sevk edildiler. Fakat bu ilk darbe oldukça kolay atlatıldı. Yakalananlar, birkaç aylık hapisten sonra affedildiler. Bu sırada İbrahim Temo da, diğer bir ihbarın neticelerinden kurtulabildi. Cemiyetin faaliyetleri sekteye uğramadı. Hatta teşkilât genişledi. Cemiyetin bu safhada, cemiyet dışında oldukça önemli destekler sağladığı da görülür.

 

Fakat sonra baskılar arttı. Evvelâ Süleyman Numan (Dr. Paşa) Trablus'a sürüldü. Çünkü hareket artık memleketin bazı kısımlarında dalgalanmalar yaratıyordu. Meselâ İzmir’de «Hizmet» ve «Ahenk» gazetelerini tesis eden davavekili Tevfik Nevzat, verilen müsaade üzerine İzmir’e dönmüştü. Ama bir süre sonra, arkadaşları Tokadîzade Şekip, şair Abdülhalim Memduh Beylerle beraber tevkif edilerek evvelâ Bitlis’e sürüldüler. Daha sonra Çukurova kıyılarında Pay as kalesine sevk edildiler. Tevfik Nevzat, orada hayata gözlerini yumdu.

 

Fakat hareket artık dal budak salıyordu. En hareketli saha Avrupa Türkiyesidir. Bu sahaya, Rumeli vilâyetleri de diyebiliriz. Avrupa’da ise, merkezler ikileşti. Hatta bir de Kahire şubesi belirdi.

 

Fakat bu yayılmaya geçmeden önce Paris’te beliren ikinci teşekkül hakkında kısaca bilgi vermek gerekir. Bu teşekkül, Prens Sabahattin’in önder olduğu bir hareketin örgütlenmesidir.

 

* * *

 

SİYASETLE MEŞGUL BİR SULTANZADE: PRENS SABAHATTİN...

 

Önce Prens Sabahattin’i tanıtmalıyız. Sabahattin Bey, Sultan II. Abdülhamit’in eniştesi Damat Mahmut Paşanın iki oğlundan biridir. Damat Mahmut Paşa, padişahın hemşiresi Seniha Sultanla evliydi. Babası da, Sultan Aziz devri damatlarından Halil Paşaydı. Sabahattin, dededen gelen bir saray havası ve çevresi içinde büyüdü. Kardeşi Lütfullah Beyle beraber özel hocalardan ders aldı. Diğer sultan çocuklarına ve şehzadelere

 

 

172

 

bakarak iyi yetişti. Çünkü babası, oğullarının tahsiline ve hatta kabilse Avrupa’da okumalarına önem veriyordu.

 

Mahmut Paşa, Sultan Hamit’in hemşiresiyle evlenince, padişahın büyük güvenini kazandı. Padişahın tek arkadaşı oldu. Bir aralık, Nafıa Nazırı olarak Kabine’ye girdi. İşte bu sırada idi ki, bu cildin birinci kısmında bahsettiğimiz ve tahttan indirilen Sultan Murat’ın kaçırılması teşebbüsü, yani SkalyeriAziz Bey vakası meydana geldi. Bu vakaya, Mahmut Paşanın sarayında çalışanlardan birinin adı karıştı. Abdülhamit, bundan kuşkulandı. Mahmut Paşa, Kabine’den çıkarıldı. Evinde göz altına alındı. Gerçi bir süre sonra, paşanın bu işle ilgisi olmadığına padişah da inandı. Ama, artık eski yakınlık kurulamadı. Mahmut Paşaya teklif edilen yeni hizmetleri ise, paşa reddetti. Padişaha kırgındı. Sarayında kapalı bir hayat geçiriyordu. Vaziyet bu şekli alınca, onu çekemeyenler, yahut onu mahvetmek isteyenler, hakkında bazı söylentiler yaydılar. Mahmut Paşanın bir demiryolu imtiyazı işine karıştığı, saraydan bu yüzden uzaklaştırıldığı gibi dedikodular duyuldu. Halbuki belgeler, bu söylentileri doğrulamadığı gibi, padişahın da ona karşı hareketlerinde böyle bir olayın tesiri olduğunu gösteren işaret yoktur (1).

 

Ama Mahmut Paşa, artık, sarayında bir nevi mahpustu. Çoçuklar büyüyordu. O zaman, İstanbul’dan ayrılmaya karar verdi. Padişah, onun sarayından çıkmasına bile müsaade etmiyordu. Bunun üzerine paşa, tertiplerini aldı. Bir gün, bir Fransız vapuru ile İstanbul’dan ayrılmayı başardılar. Bu yolculuk, 1899 senesi ekim ayında oluyordu.

 

Yolcuların ilk uğrakları Marsilya oldu. Oradan Paris’e hareket ettiler. İşte ondan sonra Avrupa’da, Prens Sabahattin Bey olarak tanınacak olan Sultanzade, Paris’te yerleşti. Orada siyasî hareketlere karıştı. Hatta Genç Türkler hareketinde ayrı bir grubun önderi durumuna geldi. Şöhretini yaptı. Bu suretle Avrupa’da, evvelâ müşterek yürüyecek gibi görünen Genç Türkler

 

 

(1) Bu belge ve yazışmalar, Ahmet Bedevi Kuran’ın İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler eserinde tamamıyle verilmiştir.

 

 

173

 

Prens Sabahattin Bey

 

 

174

 

Hareketi, Sabahattin’in sahnede yer almasıyle iki grup arasında bölündü: Ahmet Rıza Bey ve Prens Sabahattin grupları.

 

Bu grupların daha sonraki hareket ve faaliyetleri üzerinde daha ileride ayrıca duracağız. Avrupa’daki Genç Türkler hareketi ve bu hareketin başlıca şahsiyetleri ile, bunların kongre, yayın çalışmalarını izleyeceğiz. Nihayet anavatandaki Rumeli grupları ile bağlantılar ve bu yoldan da 1908 İhtilâline çıkan gelişmeleri etraflıca vermeye çalışacağız. Ama bu bahislere geçmeden önce, bir başka ve önemli konuya, yani bu kitabın mihver şahsiyeti olan Enver Paşanın; dünyaya ayak basışı ile, hayatta ilk yetişme safhalarının hikâyesine artık geçebiliriz.

 

[Previous] [Next]

[Back to Index]